Özel Dosya - Esra Koyuncu - Sylvia Plath

“Melankolik Prenses” olarak tanınan ve Amerikan Edebiyatı’nın en çok konuşulan isimlerinden olan Sylvia Plath, kısacık yaşamında dönemine ve günümüze ilham olmuş kadın yazarlarımızdan biri. Hayatı boyunca manik depresif bozukluğu ile mücadele etti, trajik hayat hikayesini şiirleri ve yazdığı tek romanı olan Sırça Fanus ile anlattı. 

Sylvia, 27 Ekim 1932’de ABD’li bir anne ve profesör bir babanın kızı olarak Massachusetts’da doğdu. Babası Otto Emil Plath, Boston Üniversitesi’nde arı bilimci olarak çalışmıştı. Eşiyle aralarındaki yaş farkı nedeniyle Otto Plath ailenin baskın karakteri oldu. Şeker hastalığı sebebiyle bacağı kesilen Otto Plath’ın ailedeki otoritesi eşi Aurelia Plath’a devroldu Sylvia’nın sekiz yaşında babasını kaybetmesi onun derin bir üzüntüyle birlikte ona karşı öfke duymasına sebep oldu. İlk şiirini de tam da bu dönemde Boston Herald’ın çocuk bölümünde yayımlattı.

Sylvia’nın annesi Aurelia Frances Schober Plath, onun hayatını en çok etkileyen kişilerden biri oldu. Eşi öldükten sonra hayatını çocuklarını yetiştirmeye adadı ve ailenin bütün sorumluluğunu aldı. Yazma konusunda en büyük destekçisi annesi olmuştu. 

Defter alarak günce tutmasını sağlayan annesi daha sonraki dönemlerde Sylvia’nın yazma konusunda karşısına çıkan en büyük engellerden biri olmuştu. Başarılı olamadığı takdirde annesinin onu bir daha eskisi kadar sevmeyeceğini  düşünen Sylvia için ondan onay görememek büyük bir sarsılma demekti.

Sylvia’nın derslerdeki üstün başarısı onun burslar kazanarak eğitimine devam etmesini sağladı. 

Her şeyde birinci olmak istiyor, mükemmeliyetçilik duygusuyla başa çıkmakta zorlanıyordu. Çok zeki biriydi. Hatta 1944’te çözdüğü IQ testi sonucuna göre 166 puanla, dahi seviyesindeydi.

Çocukluk yıllarında Plath kardeşi Warren’ı sevmekle birlikte onu çoğu zaman kıskanmıştı. Onu kimseyle paylaşamayacak kadar sevmesine ve kaybedeceği düşüncesine Sylvia güncelerinde yer vermişti:

“Biricik kusursuz sevgim, erkek kardeşime duyduğum sevgi. Onu fiziksel olarak sevemeyeceğim için her zaman seveceğim. Karısını da kıskanacağım, biraz.”

Sylvia, okulunun ikinci yılında Harvard’da bir yaz okuluna başvurdu fakat kabul edilmedi ve daha sonra intihara teşebbüs etti, peşinden akıl hastanesine yatırıldı ve elektroşok tedavisi gördü. Tedavi sırasında o kadar çok acı çekti ki bu acılardan kurtulabilmek için farklı cerrahi yöntemleri bile düşündü. Bunlardan biri lobotomi adında, beynin ön lob uçlarında bulunan bağlantıların kesilmesiyle gerçekleşen bir işlemdi. 

Her şeye rağmen Sylvia 1955’te Smith Koleji’nden en yüksek dereceyle (summa cum laude) mezun olduktan sonra Fulbright bursuyla Cambridge Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. Sylvia, şiirlerini öğrenci gazetesi Varsity’de yayımlattı ve yine bu dönemde evleneceği şair Ted Hughes ile tanıştı. Hughes, dönemin en başarılı şairleri arasında gösterilmekteydi. Onu babasıyla özdeştiriyor ve dünyada kendisine denk olabilecek bir erkek olduğunu düşünüyordu. Evlenip Boston’da yaşamaya başlayan çift daha sonra İngiltere’ye geri döndü. İki çocukları oldu. Sylvia bu dönemde çocuklarını büyütürken bir yandan da eşinin sekreterliğini yaptı. 

Evlilik hayatı artık onu hayalindeki mutluluğa ulaştırmıyor, aksine kendisini yaratıcılık konusunda körelmiş ve kısıtlanmış hissetmesine neden oluyordu. Ted’in narsist tavırları ve sadakatsizliği bu tutkuyla başlayan evliliği felakete sürükledi. Eşiyle olan bu çalkantılı dönemini Sylvia günlüğünde şöyle anlatır:

“Yürekten sevmek için bir insanın ne kadar aptal olması lazım. Aldatmaması için. İhanet etmemesi için. Hem çekip gitmek isteyip hem de hiçbir yere gitmek istememek berbat bir şey. Ted’in diğer boş, yaptıklarının üstünü kapamaya çalışan, kendi zevkine düşkün erkeklere benzemediğini sanarak dünyanın en gülünç, ironik ve ölümcül hatasını yaptım.” (295)

1961 yılında Plath ailesine komşu olan şair Assia Wevill ile Sylvia’nın eşi Ted arasında bir ilişki başladı. Sylvia’nın eşinin sadakatsizliklerini defalarca affetmesine rağmen çiftin ikinci çocukları doğdu fakat bu yasak ilişki hiçbir zaman bitmedi. Assia’nın hamile kalması Sylvia’nın geri dönülmez sonunu hazırladı.

Sylvia ve Ted karşılıklı olarak boşanma davası açtılar. Sylvia çocuklarıyla birlikte Londra’ya döndü. Evlilik hayatının getirdiği sorumluluklar onun düşündüğü gibi kalemini köreltmemiş aksine güçlendirmişti. Öyle ki bu dönemde otobiyografik romanı olan Sırça Fanus’u yetmiş günde bitirdi. Bu roman daha sonra ilk Amerikan feminist roman olarak değerlendirilecekti.

11 Şubat 1963 sabahında ikinci kattaki çocukları uyurken odalarına süt ve kurabiye bıraktı. 

Sonra mutfağa gitti, kokunun dışarı çıkmayacağından emin olarak kapı ve pencereleri ıslak havlularla sıkıca kapadı. Çok sayıda uyku hapı aldıktan sonra fırının gazını açarak intihar etti. Öldüğünde henüz otuz yaşındaydı.

Sylvia’nın ölümünden sonra Ted Hughes bu intiharın tek sebebi olarak görüldü fakat bu konu hakkında hiçbir zaman bir açıklamada bulunmadı. Kariyerinde büyük bir düşüş yaşadı ve şiirleri hiçbir şekilde bir daha eskisi kadar ilgi görmedi. Hatta 1998’deki ölümüne kadar “katil” sıfatından kurtulamadı. Sylvia’nın çocuklarına bir süre Assia baktı. Ailesi ve arkadaşları tarafından dışlanan Assia’nın sonu da tıpkı Sylvia’nınki gibi aldatılmalarla ve intiharla sonuçlandı. Tıpkı onun yaptığı gibi bir avuç uyku hapı ve gaz ocağıyla. Sylvia’dan tek farkı, dört yaşındaki kızı Shakura’yı da yanında götürmesiydi.

Boşanma aşamasındayken intihar ettiği için Hughes, Plath’ın hem edebi mirasında hem de mal varlığında hak sahibi oldu. Plath’ın ölümünün ardından, şiir kitabı Ariel ‘in içinden bazı şiirleri çıkardı ve kendi istediği şekilde sıralayarak yayımladı. 

Günlüklerinin içerisinden çıkan çocuk hikayeleri kitap haline getirildi ve 1996 yılında The It-Doesn't-Matter Suit adıyla yayımlandı. Sylvia’nın mezar taşında yazılı olan “Huges” soyadı okurları tarafından defalarca tahrip edildi. 2003 yılında Sylvia adıyla hayatı beyaz perdeye aktarıldı. Şairi Oscar ödüllü oyuncu Gwyneth Paltrow canlandırdı.

Hüzünlerinin dalgalarıyla boğuşan ve ölümünden altmış bir yıl sonra bile hala büyük bir ilgiyle okunan Sylvia, günümüz yazar ve şairlere ilham olmaya devam etmekte. İçindeki susmak istemeyen sesi susturmak yerine kaleme almayı seçerek Virginia Woolf, Simone de Beauvoir, Marguerite Duras gibi isimlerle, 20. yüzyılın en tanınan kadın edebiyatçıları arasında yer aldı.

 

561 14