Özel Dosya - Şeyda Bozkurt - "Kaptan" Attilâ İlhan

Attilâ İlhan

Attilâ İlhan, 15 Haziran 1925 tarihinde İzmir’in Menemen ilçesinde, Muharrem Bedrettin Bey ve Perihan Memnune Hanım’ın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Kardeşleri Türk tiyatro ve sinema sanatçısı Çolpan İlhan ve Avukat, Yazar Cengiz İlhan’dır. Çoğu kişi tarafından yanlış bilinen ismi aslında çift “t” ile yazılır. Kendisinin de yaşamı boyunca isminin doğru yazılışına büyük önem verdiği bilinir. 

Şair ilk ve orta öğrenimini İzmir Karşıyaka’da tamamladı. Babasının tayinleri nedeniyle çocukluk yılları Menemen ve Ilgın’da geçmiştir. Bu dönemlerde yaşadıkları çiftlik evindeki yaşça büyük kadınlardan masallar dinleyerek büyür ve amcası ona eski harfleri, mezarlık yazılarını öğretir. Ortaokula gittiği yıllarda Jules Verne ile tanışır. Onun peşinden ise Panait Istrati ve Falih Rıfkı Atay gibi yazarlar gelir. Sinemaya merakı da bu dönemde başlamıştır ve dönemin birçok filmini izlemiştir. Alt yapısı her ne kadar bu saydıklarımız gibi görünse de hayatını en çok etkileyecek isim Nazım Hikmet olmuştur diyebiliriz. 

İzmir Atatürk Lisesinde birinci sınıfı okurken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat’ında, On altı yaşındayken tutuklandı. Lisede komünistlik yapmak ve ayrıca örgüt kurmakla suçlanarak ara vermek eğitimine zorunda kaldı. O günlerde Kaptan’ın duygularını ve yaşadıklarını anlayabilmek için “On altı yaşında bir çocuğun ders esnasında cezaevine götürülmesi ne demektir düşünmenizi isterim. Bu son derece yıkıcı, son derece vurucu ve sarsıcı bir şeydir. Bir gün öncesine kadar okuldaki arkadaşlarıyla görüşen, şakalaşan bir çocuk, ertesi gün eğer çevresinde idam mahkumlarını, katilleri ve buna benzer suçları işlemiş insanları görürse neler hisseder? Suç işlediğime hiç inanmadım. Aksine bana karşı büyük bir suç işlendiği duygusuna kapıldım.” sözlerine kulak vermemiz gerekir.

Bu süreç yaşanırken avukatı onu kurtarmak için asabiye raporu almak ister ve bu süreci yine Kaptan “Beni kurtarmak için harekete geçen avukatlar, bazı gerekçeler ileri sürdüler. Tesadüfe bakın ki o zamanlarda memleket hastanesindeki asabiyeci hekim gitmiş. Bunun üzerine İzmir’e yakın olan Manisa Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesine sevk edildim. On altı yaşında bir çocuğun akıl hastanesinde iki yüz hasta arasında üç hafta geçirmesi ne demektir bir düşünün. Bu benim için son derece yıkıcı ve yıldırıcı bir şeydi.” şeklinde anlatır.

Nazım Hikmet şiirinin başına açtığı dertler tutuklanmakla bitmedi. Başka devlet okullarına kabul edilmesi de yasaklandı. Geleceğin büyük şairi yine de şiir yazmaktan vazgeçmedi. On altı yaşında Balıkçı Türküsü şiirini yazdı ve şiiri Yeni Edebiyat dergisinde yayımlandı. Herhangi bir okula devam edemeyeceğine dair eline verilen belge sebebiyle bir süre ara vermek zorunda kalmıştı ki Danıştay okuma hakkını ona geri verdi. 

Danıştay kararı sonrası İstanbul’a gelerek Işık Lisesine yazıldı. Lise son sınıftayken Chp şiir yarışmasına amcasının kendisinden habersiz gönderdiği Cebberoğlu Mehemmed şiiriyle dönemin pek çok ünlü şairini geride bırakarak ikincilik ödülünü aldı. 1946’da mezun oldu. Liseden sonra İstanbul Hukuk Fakültesini kazandı ve üniversite yaşamının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. Şiir tutkunu olan Attila İlhan 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı kendi olanaklarıyla yayımladı. Nazım Hikmet “Duvar” için şu sözleri söyledi. “Duvar beni çok sevindirdi. Attila İlhan gayet soylu, özlü şair, pek beğendim. Aşk olsun delikanlıya…”

Büyük usta nahif ruhunun yanında mücadeleci bir yapıya sahipti. 1949 Yılında Nazım Hikmet’in serbest bırakılması için Paris’e gidip pek çok sosyalistle birlikte adımlar atmıştı. Avrupa’yla tanışması bu mücadele sayesinde olmuştu. Bu sayede yeni yerler keşfetmiş ve farklı deneyimlerin tadına varmıştı. Bunun insanı doyuran ve yaratıcılığı etkileyen bir deneyim olduğunu anlamıştı. Daha çok okuyup daha çok bilgiye sahip olmak için çaba sarf ediyordu.

1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca Paris’e tekrar gitti. Fransa’daki bu dönem, Attila İlhan’ın Fransızcayı ve Marksizm’i öğrendiği yıllardır. 1950’li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attila İlhan, bu dönemde adını yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Paris ise onu çok etkilemişti ve Parisliler de ondan etkilenmişti.  Bu yüzden ona kaptan diye çağırıyordu. Deniz tutkunuydu. Çocukluğunda kaptan olmak istiyordu. Bu yüzden şiirleri deniz, liman, rüzgâr ve levanten temalarına ağırlık veriyordu. 

Yaklaşık altı yılı Avrupa’da geçmişti. Öykülerinde, şiirlerinde gittiği yerlerden tanıştığı insanlardan bahsediyordu. İyi irdelerdi insanları, herkesle tanışır, hemen kaynaşır ve hikâyeler çıkarırdı onlardan. Paris’ten, batıyı iyi gözlemleyerek döner ve döndüğünde denemelerinde; kimlik arayışı, sol, batı, cinsellik tartışmaları gibi konuları işler. Romanlarında ise yine daha önce yapılmamış olan eşcinsellik konusuna yer verir.

Avrupa serüveninden sonra Türkiye’ye döndü ve gazetecilikle ilgilendi. 1950’li yıllardan yaşamının sonuna kadar gazeteci kimliğini hep üzerinde taşıdı. Zaten yazmak onun için tutkuydu ve çok da iyiydi. Sonraları Türk Sinemasını için senaryolar yazdı ve eserler bıraktı. Attila İlhan ve Yeşilçam efsanevi oyuncusu Sadri Alışık ile akrabalar. Attila İlhan’ın kız kardeşim Çolpan İlhan Sadri Alışık’la evlenmiştir ve bu evliliklerden Kerem Alışık dünyaya gelmiştir. Attila İlhan ve Sadri Alışık’ı bir arada düşünmek bile çok güzel bir duygu. Kendisi 1968’ de Biket İlhan ile evlenir ve on beş yıl evli kaldılar. 

Mavi akımın kurucusu olan Attila İlhan şair kimliği ile tanınsa da bir aydın olarak çok büyük imzalar atmıştı. Şiir, roman, eleştiri, senaryo, televizyon skeçleri, gezi yazısı, öykü, söyleşi ve anı türlerinde Cumhuriyet Döneminde eserler kaleme almış, Mavi Akımı’nın öncülerinden Türk şair, romancı, düşünür, deneme yazarı, gazeteci, senarist ve eleştirmendir. Zaten toplumcu gerçekçi bir şairdi. Televizyon programlarında hiç takılmadan uzun cümleler kurar ve neredeyse hiç duramazdı. Akıcı konuşmasını engin kültürüyle harmanlayıp konuşmalar yapardı. 

Birçok dalda eser vermesini “Benim düşünceme göre yirminci yüzyılda bir sanatçı büyük bir fikir ve estetik sentezi yapar. Söylemek istediği şeyler hangi sanat dalıyla daha güzel ifade edilirse onu seçer. Yani bazı şeyler vardır ben onu şiirle ifade edebilirim. Bazı şey vardır şiirle ifade edilemez o zaman onu da televizyon dizisi ile anlatırım” şeklinde açıklar ve çok yönlülüğünü nasıl ustaca kullandığını gösterir.

Kaptan’ın rutinlerinden biri de hemen her gün bir pastaneye giderek; kâğıt kalemle mutlaka iki sayfa yazmasıydı. En çok da Elmadağ’daki Divan pastanesine giderdi. Buralarda yazdıklarını evine gidip daktilo ederdi. Kendisini görmek, danışmak veya sohbet etmek isteyenleri de yine pastaneye davet ederdi.

Kaptan, disiplinliydi; uyuması, uyanması, kahvaltısı, yemeği, yazması… her şey saati saatine gerçekleşirdi.

Şiirlerini zaman zaman yolda yürürken kafasından yazar ve şarkı söyler gibi söylermiş. Eve gidene kadar bu şiiri mırıldanır, eve gidince de oturup yazarmış.

Attila İlhan ustanın ezberden dudaklara dökülen “Sen Benim Hiçbir Şeyimsin” insanın ruhunu dolduran o şiir, en güzel şiirlerinden bir tanesidir. İnsana dizeleri okurken en sevdiği kişiyi düşündüren ve o kişiden uzak olduğunu ona ait olmadığı hissettiren bir şiirdir. Şiirin hikâyesi ise şöyledir;

İzmir de yaşarken telefonda kendisini arayan tanımadığı bir kadınla üç-dört ay kadar uzun sohbetler sonrası kadın bir daha aramaz. Bu olay üzerine bu şiir doğar. Sen benim her şeyimsin denilmek istenen kişiye sen benim hiçbir şeyimsin denilir. Aradan bir zaman geçtikten sonra sizin hiçbir şeyinizi başkasının her şeyi olarak görürsünüz. O zaman üçüncü şahıs olarak uzaktan izlemek zorunda kalırsınız. Bütün köşe başları Attila İlhan’a aittir. Bazı şiirleri Ahmet Kaya tarafından bestelenmiştir. Sen Benim Hiçbir Şeyimsin, Mahur Beste, Haçan Ölesim Gelir gibi… Bir diğer şiiri Sultan-ı Yegah’ı da On İki Mart Darbesini eleştirmek için yazmış fakat bu şiir yıllar sonra bestelenerek dönemin hit şarkılarından biri olmuştur.

Atatürk’ün kuruluşunda öncüsü olduğu Cumhuriyetimizin akılcı ve gerçekçi savunucularından biridir. Gerçek anlamıyla aydın, Atatürkçü, ulusuna, ülkesine ve kalemine sahip çıkan ve seven bir adamdı. Tam anlamıyla çok üretken bir sanat adamıydı. Büyük adamlar, büyük izler bırakıyor ve biz o izleri yaşıyor ve tadıyoruz.

“Ölümüm birden olacak” demişti. İnsan yaşadığını ve yaşayacağını yazıyor. Ne demişti ünlü şair “Ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak, hiç doğmamayı isterdim ama bir kere doğmuşum ölmek yasak.”

Attila İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Binlerce güzel duyguya ev sahipliği yapan kalbi ilk defa depreme maruz kalmıştı. Bu onun ilk sarsıntısıydı… Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları süren İlhan’ın 2004’ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. Denize, rüzgâra ve limana kavuşmak için acele eden kalbi, ikinci bir depreme maruz kalmıştı. Bu sefer kalbi pes ediyor ve kendini engin denizlere teslim ediyordu. 10 Ekim 2005’te İstanbul’daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu yaşamını yitirdiğinde 80 yaşındaydı. Güle güle kaptan…

Kaynak : 

https://fikirturu.com/kultur-sanat/attila-ilhan-ve-hakkinda-bilinmeyen/

https://www.netyazi.com/attila-ilhan-2/

816 30