Öykü - Bisikletçi Dükkânı -Yiğit Gür

Sabah vaktiydi. Kısa boylu genç çocuk dükkânın demir kepengini zayıf kollarıyla güçlükle kaldırdı. Birbirine takılmış anahtarlardan birini seçerek yarı cam olan kapıyı açmaya koyulmuştu ki ustası sokağın köşesinden yeni satın aldığı mavi bisikletiyle belirdi.

Genç çırak selamladı ustasını hemen.

“Günaydın usta!”

“Bugün hiç keyfim yok” diye cevap vermişti usta, omuzlarını silkerek. Dudaklarını da büzüştürmüştü istemsizce. Kırılmış ön dişleri üst dudaklarını iyice küçültüyordu.

“Ne oldu usta? Bir şey mi oldu?”

“Güzel soru! Ben de bunu merak ediyorum; çünkü bilmiyorum!”

Usta, bir de küfür savurmuştu.

 

Kapının açılmasıyla çırak şalterleri bir bir kaldırdı. Beyaz parlak ışıklar zemine işlenmiş koyu mavi seramikleri, renkli duvarları karanlıktan kurtarıp aydınlığa kavuşturdu. İçeride yan yana dizilmiş envaiçeşit bisiklet duruyordu. Genç çırak ilgi duymuyordu bunların hiçbirine. Sadece, işini düzgünce yapıp, evine yürüyerek gidip gelmekle yetiniyordu.

 

Usta, “kalan işleri yapalım hadi,” dedi.

 

“Tamam usta.”

 

Genç çırak bir yandan eskimiş radyonun anteniyle oynarken diğer yandan cızırdayan kanalların arasında gezip duruyordu. Bir kemanın notalarından fırlayan birkaç ses, birkaç tını duyulup kaybolmuştu ki Usta, “Dur! Dur orada!” diye bağırdı. Çırak da basit bir parmak hareketiyle kanalı geri çevirdi ve kemanın sesi yeniden dükkânın içinde gezip durmaya başladı.

 

Usta bir anlığına gözlerini kapattı. Başını hafifçe yukarı kaldırdı ve “Ah! Ne hoş ne hoş bir müzik!” diye derin bir iç çekti. Tam o sırada göbeği en az yirmi santim önde giden orta yaşlı bir adam dükkânın içine girdi. Belli belirsiz saçları, kirli gömleğinin göğüs bölgesinden fırlamış kılları vıcık vıcık ter içindeydi ve garip, küflü bir koku yayıyordu. Elinde sürüklediği bisikletini iterken zar zor soluk alıyor gibiydi. Adamın hamurun cazibesiyle ihanete uğramış ıslak bedeni, çaresiz ve umutsuz iri bakışları ve homurtulu nefesi genç çırağın hafızasına sonsuza dek kazınmıştı.

 

“Buyurun” dedi usta.

“Tekerleğim patladı, yardımcı olabilir misiniz?” diye cevap verdi şişman adam.

 

Usta, “çırak baksın hemen,” diye mırıldandı ilgisizce. Adamın yüzüne sadece kısa bir anlığına bakmıştı. Çırağa doğru, “arkaya al, önce lastiği şişir, nereden hava kaçırıyor bir görelim.” dedi.

Dükkânın içinden arkaya doğru uzanan bölüm daha da büyüktü. Duvarlarda asılı yüzlerce çeşit alet edevat ile doluydu. Çırağın arkasından ustası da gelmişti. Şişman adam da izin istemeden arkalarından damlamıştı içeriye.

 

“Usta, tekerleğin havası inmiyor.”

 

Usta, hızlıca bir göz gezdirdi. Bisikleti tepeden tırnağa iyice inceledi. Sonra adama doğru dönerek, “Bir problem görünmüyor gibi,” dedi.

 

Şişman adam, “başka bir maruzatım daha olacaktı,” diye geveledi, titrek bir sesle. “Şey…” dedi iyice uzatarak.

 

“Buyurun.”

“Şey… Efendim… Ben, genç bir kızla bir aşk yaşadım.”

 

“Ee… Bundan bize ne?” dedi usta, umarsız bir tavırla. Çırağa dönüp yüksek bir sesle, “delilerle uğraşıyoruz!” dedi. Omuzunu silkti hafifçe. Bir yandan da burukça gülümsedi.

 

“Uygunsuz bir birliktelikti efendim. Biz…”

“Ne var bunda uygunsuz? Sevişmek, sevmek insan bedeni için hiç kötü olabilir mi? Hele iki ruh, iki kalp bir olduğunda… Doğaldır. Doğallık aşktır.”

Usta hâlâ umarsızdı ve konuşurken adamın yüzüne bakmıyordu.

Şişman adam, uygunsuzdu efendim, çünkü… çünkü ben evliyim efendim!” dedi, burkulmuş, yıpranmış bir sesle. Yere çömeldi. Gözleri içten içe kızarmıştı ve bir korku kaplamıştı yüreğini. Şişkin elleri titriyor, kirlenmiş, pisliğe bulanmış bedeni dünyaya adeta hapsolmuştu. Yitik ruhu orada değildi çünkü o da yolunu kaybetmiş bir yıldız tozu gibi bir boşluğa, bir hiçliğe itilmişti.

Usta sözcüklerin gücüyle irkilmiş, yerinden fırlamış, iri burnunu, çatık kaşlarını ve büzüşmüş dudaklarını bu acınası adama doğru çevirmiş ve ilk kez gözlerini bir kinaye ile üzerinde gezdirmişti. Kızmıştı. Çırağa doğru dönerek, “heh!” diye bir çığlık attı. “Sabahki keyifsizliğimin sebebi çıktı çıktı ortaya!”

Çırak bir köşede başka bir bisikleti ters çevirmiş tekerleğini sökmekle uğraşıyordu. Usta, “onun rulmanı mı bozuk?” diye sordu konuşmanın ortasında. İleri geri yürümeye başlamıştı. “Ne yapacak? Bir hata yapmış. Kabul edecek, affedecek, basit, zor değil. Olmamalı…” diye kendi kendine geveledi. Şişman adamın yakınından geçerken, “ne biçim adamsın sen? Leş gibi kokuyorsun bir de! Ne iğrenç! Ne iğrenç!” diye haykırdı.

Çırak ustasının arkasından yaklaşıp sessizce, “Usta, beyefendi günah çıkarmaya gelmişler sanıyorum…” diye fısıldadı.

Usta onaylarcasına kaşlarını ve bakışlarını yana çevirdi. Dudaklarını yeniden büktü ve sivri burnu ortaya çıktı. Yürümeye devam etti. “Pekâlâ, pekâlâ!” dedi. Düşündü…

Sakin bir sesle, “Pişman olmuş görünüyorsunuz,” dedi adama doğru, “siz beyefendi, basit bir zelzeleye kapılmışsınız. Eşinize ve kendinize hâlâ sevgi taşıyan birisiniz. İnsanlık ne günahlar tatmış bu dünyada; bayağılaşmış rüzgarlara koşmuş. Sizinki affedilir görünüyor. Evet. Öyle değil mi? Evet.”

 

“Ama efendim. Bir kez olmadı. Aklım başımda değildi. Değildi işte! Üzüntüm çok büyük, efendim!”

Usta çılgına dönmüştü adeta. Adamın başında bir zebani gibi dikilmiş, sanki ölüm emrini vermek istiyordu. Geri çekildi.

 

“Efendim bir şey söylemeyecek misiniz?” diye sordu adam.

“Dur! Dur bir dakika!”

 

Sessizlik oldu.

 

Usta, cebinden çıkardığı tütün paketiyle aheste ve sakin bir biçimde ince bir sigara sardı. Dilinin ucuyla kenarları açık kalan yerleri hafifçe yalayıp yapıştırdı, ağzına koydu ve bir kibrit yardımıyla ucunu ateşledi. Dudaklarının arasında olan sigarayı güçlü ve derin bir şekilde içine çekti ve içine biriktirdiği dumanı öyle yavaş üfledi ki, havaya doğru sanki bir soba bacası gibi tütmüştü duman.  Ayağa kalktı, sigarasını yere atıp üzerine bastı ve duvarın köşesine ilişmiş sandalyeyi alıp adamın karşısına oturacak şekilde yerleştirdi.

 

Sen ne aşağılık, ne aşağılık…” diye köpürürken, çırak, Ustaa!” diye haykırdı.

Pekala, pekala, hakaret yok!” dedi usta. Sesini alçaltarak, bakın beyefendi, siz mide bulandırıcı tatların geçici şehvetine mi kapılıyorsunuz? Yoksa ahlaksızlığın sofrasına şişmanlamak için mi oturdunuz?” diye ekledi.

 Şişman adam elleriyle yüzünü kapattı. Başı yere doğru bakıyor, hıçkırıklarla ağlıyordu.

“Görüyor musun çırak nelerle uğraşıyoruz?” diye sordu Usta. “Nelerle uğraşıyoruz?” diye tekrarladı. “Yürü, gidiyoruz!” dedi, öfkeyle. “Bugün çalışmayacağız çünkü ben yeterince yoruldum! Çok yoruldum!”

Adamın bisikletini kaptığı gibi kucakladı. Kapıya doğru taşıyıp onu dışarı fırlattı.

 

Genç çırak önce ışıkları söndürdü, sonra da herkes çıktıktan sonra kapıyı kapattı. Kilitledi. Metal kepenk büyük bir gürültüyle aşağı düşerken, Şişman adam şişmiş, kırmızı ve buğulu gözlerle yerde yatan bükülmüş bisikletine bakıyordu.

 

Usta, bisikletine bindi. Çırak onun arkasına atladı.

 

“Nereye gideceğiz Usta?”

“Çay içmeye!”

 

“Peki ben ne olacağım?” diye sordu ağlamaklı adam. Bir düğmesi daha açık olan gömleği daha da kirli görünüyordu. Ustanın bisikleti de sokağın köşesinden kaybolmak üzereydi.

 

“Ben ne olacağım?”

 

“Affet, affet ve af dile!”

14 0