Umberto Eco
GİZEMLERE YÖN VEREN YAZAR
UMBERTO ECO
Yeni bir çağın içindeyiz ve bu çağın işaretleri gözlerimizin hemen önünde. Bilgisayarlar, cep telefonları, tabletler ve bunların sonucunda bilgiye kolay ulaşma seçeneği. Ne yazık ki çabuk ve kolay ulaştığımız bilginin ne kadarının doğru olduğu hakkında birçoğumuzun pek fikri yok. Peki ya gizli saklı bilgiler? Derinlerde saklanan, tarih kitaplarında veya web sitelerinde bulunmayan gerçekler… Eğer Orta Çağ, Hıristiyan inançları, şövalyeler, gizli kalmış planlar ve gerçekleşeceği günü sembollerin ardına saklanarak bekleyen kehanetleri arıyorsanız, size gerçekleri kitaplarının satır aralarına saklamış bir yazardan bahsedeceğiz bu yazımızda…
Umberto Eco…
Ödün vermeyen bir aydınlanma üstadı
İtalya’nın Alessandria kasabasında 1932 yılında dünyaya gelen Eco, kendisinden önceki bilginlerin büyük çoğunluğu gibi zor bir çocukluk geçirdi. Muhasebeci babası Gulio İkinci Dünya Savaşı sebebiyle savaşa çağırılınca, annesiyle beraber Piedmontese dağlarının eteğindeki küçük bir köye taşındı. Eco, hayat ile ilgili ilk gözlemlerini burada yapma şansını buldu. Faşistler ile Partizanların mücadelesini henüz çocuk yaşta gözlemleyen Eco, insanların savaş ve mücadele halindeki ruh durumlarını gözlemledi ve Foucault Sarkacı isimli romanında bunu edebi şekilde yansıttı. Hukukçu olmasını talep eden ailesine karşı dik başlılık göstererek geleceğini kendi çizmek isteyen Eco, sevmediği hukuk eğitimini yarıda bırakarak Torino Üniversitesi’nde Orta Çağ Felsefesi ve Edebiyatı eğitimi aldı. İtalya’nın havasından mı suyundan mı bilinmez, ömrü boyunca Orta Çağ kültürü ve o dönemde yaşananlar onun hem hayatını hem de kalemini büyük ölçüde etkiledi.
1954 yılında filozof ve din düşünürü Thomas Aquinas ve onun Orta Çağ’da oluşturduğu akımlar üzerine yazdığı tezle felsefe doktorasını tamamlayan Eco, iyi bir Katolik olarak yetişmesine rağmen giderek din ile arasına mesafe koyacak ve kilise ile yollarını ayıracaktı. Bu ayrılık ilginç bir detayı içerisinde barındırıyor.
Yıllarca dini inancını sorgulayan Eco, bu kararına karşın din tarihi üzerine bilgilerini muazzam şekilde artırıyor ve Orta Çağ ile ilgili yaptığı çalışmalarda Katolik Kilisesi’nin yarattığı olumsuz etkilerden besleniyordu.
Torino Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra akademik kariyerine başlayan İtalyan yazar, 1961 yılından itibaren Torino, Bologna ve Floransa’da akademik çalışmalarını sürdürdü. 1954-59 yılları arasında İtalyan televizyon kanalı RAI’de kültür programlarında da görev alan Eco, bu tarihlerde ilgisini kitle kültürüne yöneltti. RAI’de çalışırken medyanın halk üzerinde yarattığı etki dikkatini çekti. Yaşadığı deneyimler sonucunda doktora tezini 1956 yılında tekrar ele alan İtalyan yazar, “Il Problema Estetico di San Tommaso“ (Aquino’lu Thomas’da Estetik Sorunu) başlıklı çalışmasıyla ilk kitabını yayımladı. İlerleyen yıllarda göstergebilim de başta olmak üzere birçok önemli çalışmaya imza atan Eco, 1980 yılında yayınlanan Gülün Adı isimli romanıyla edebiyat dünyasında büyük bir deprem yarattı.
Akılcılık ile bağnazlığın savaşı
Gülün Adı, iki yönlü bir kitap… Kitapta, Fransisken bir rahip olan Baskerville’li William’ın manastırda işlenen cinayetin ardından katili aramak için çömeziyle beraber verdiği mücadeleye tanık olur okur. Ancak esasen eser, bağnazlığa kalem ile indirilen müthiş darbeleri anlatır. Diğer rahiplere ve kiliseye göre oldukça farklı bir düşünce yapısına sahip olan William’ın katili bulmak için yaptığı araştırma, söz konusu kütüphane olduğunda sekteye uğrar çünkü kütüphaneci ve yardımcıları hariç hiç kimsenin kütüphaneye girme izni yoktur. Katili bulma isteğiyle beraber kütüphanede yer alan kitapların neden rahiplerden gizlendiği fikri William’ın içini kemirir. Manastırda yaşayan “Yaşlı Jorge” kütüphanenin korunması ve rahiplerin yasaklı kitaplara ulaşamaması için yoğun çaba harcar. Yazar Eco, Jorge’nin cahilliğini betimlemek için bu yasakçı rahibi kör olarak karakterize eder. Başka bir ifadeyle Jorge, bilgiyi insanlardan saklamak için uğraşan skolastik düşüncenin beden bulmuş halidir. William’ın kütüphaneye duyduğu ilgiyi fark eden Jorge, bir engizisyon sorgucusunu manastıra davet ederken, yazar Katolik Kilisesi’nin bilgi ve akılcılığa olan düşmanlığını okurlara tekrar tekrar göstermeyi amaçlar. Kitabın ana karakteri William karanlıktan korkmayan biridir. Yapılan bütün baskılara rağmen, girenler için birçok tehlikeyi barındıran, labirent şeklindeki kütüphaneye girer. William bu cesaretini aklına borçludur ve sonunda Jorge’nin okunmasından şiddetle korktuğu Aristo’nun Poetica isimli eserinin ikinci cildine ulaşmayı başarır. Böylelikle, yüzlerce yıllık insanlığın bilgi dağarcığını simgeleyen labirent kütüphanede, önemli bir hedefe ulaşmış olur.
Umberto Eco, bu ölümsüz eseri ile düşüncenin yasaklanması, dinsel öğretilerin dışındaki fikirlere yapılan baskı, bağnazlık ve kilise içerisinde çarpık yapılanmayı muazzam bir edebi dille yerer. Tabii kitabın bu kadar ses getirmesi ve daha sonra Sean Connery’nin müthiş oyunculuğu ile çekilen “Gülün Adı” isimli filmin başarısı Katolik Kilisesi’nin şimşeklerini Eco’nun üzerine çekmesine sebep olur.
“Hafta sonları yazan ciddi profesör”
“Yazmak istediğim hikâyeler beni hiç rahat bırakmaz. Odamdayken sanki hepsi çevremi sarmış gibi gelir bana; küçük şeytanlar, biri kulağımı bir diğeri burnumu çekiştirir ve her biri ‘Beni yazın, efendim, ben güzelim’ der” sözleriyle yazma konusundaki iştahını ifade eden Umberto Eco, gizemlere duyduğu merak, gizli öğretiler ve semboller peşinde koşan bir yazar olarak ikinci romanı Foucault Sarkacı ile ilk eserindeki başarısının tesadüf olmadığını gösterdi. Yaklaşık sekiz sene sonra roman türüne dönüş yapan yazar, akademik eserlerine ve köşe yazılarına devam ederken, Foucault Sarkacı ile tarihin gizemli dönemlerinde gezinmek isteyen okuyucularını Orta Çağ ve dinler hakkında engin bilgisiyle büyüledi.
Kitapta, pozitif bilimlerin gelişmesinde büyük pay sahibi olan gizli ilimlere değinen yazar, bu gizli ilimlerin bazı kesimler tarafından göz ardı edilmesini net bir şekilde eleştirirken, Kabala’nın yanı sıra Tapınak Şövalyeleri’nin İslam ile bağlantısı ve simya üzerine dikkat çekici detaylar belirtmekten de çekinmedi.
Kendisini “hafta sonları roman yazan ciddi profesör” olarak tanımlayan Eco’nun, “Bir romanın içine girmek dağlarda bir tırmanışa girişmek gibidir; soluk alıp verme ritmini öğrenmeniz, hızınızı ayarlamanız gerekir, yoksa hemen soluğunuz kesilir” sözleri ise genç yazarlara önemli bir ders niteliğinde.
Tarlabaşı sokaklarında gezen
Umberto Eco Dünyaca ünlü yazar, eğitimi ve özel merakları nedeniyle, tarih kokan şehirlerin de tutkunuydu. Doğal olarak İstanbul da ilgi alanına giriyordu. İstanbul’da geçen dördüncü romanı Baudolino için Atlas Dergisi’nin konuğu olarak 1988 yılında bu şehre gelen ve şehrin yıldızı parlamayan semtlerinden Tarlabaşı’nı gezen dünyaca ünlü yazar, on beş yıl sonra aynı semte geldiğinde İstanbul ile ilgili dikkat çekici sözlere imza attı. 2013 yılında kentsel dönüşüm sebebiyle koca bir şantiyeyi andıran Tarlabaşı’ndaki yıkım ile ilgili olarak “Siz çok fazla yıkıyorsunuz” söylemiyle tarihi binaların korunmadığını ifade eden yazar, İstanbul’u Roma, Rio de Janerio ve New York ile beraber dünyanın en güzel dördüncü şehri olarak tanımlamıştı.
“Futbol, günümüzün en yaygın dini, batıl inancıdır”
Yapıtlarında orta çağ, din, semboller ve gizemlerden beslenen Eco’yu çağımızın eşsiz entelektüellerinden biri haline getiren etkenlerden biri de içinde bulunduğumuz dönemi iyi etüt etmesi ve futbol başta olmak üzere birçok konu ile de yakından ilgilenmesiydi; tabii kendine has tarzıyla. Futbolu bir din olarak gören ve fanatizmin futbolu çirkinleştirdiğini belirten yazar, toplumları ve içinde bulunduğumuz dönemi geçmişle kıyaslayarak tarihsel verileri yeni dünya ile karşılaştırdı. Teknoloji çağını desteklese de zaman zaman eleştirel bir tutum takınmaktan geri kalmayan Eco, bu bakış açısı ile teknolojinin yani maddenin, insanı insan yapan özelliklerin önüne geçmemesi gerektiğini ömrü boyunca savundu.
Akademik, araştırma ya da roman olsun, ardında birçok eser bırakan Umberto Eco, yapıtlarıyla yüzyıllar sonra bile konuşulmaya devam edecek. Orta çağ, yirminci ve yirmi birinci yüzyılları anlamak isteyenler onun kitaplarına başvuracak. 2016 yılında aramızdan ayrılan büyük yazarın kendini ölümsüz kılan eserleri şunlar:
Gülün Adı, Alımlama Göstergebilimi, Foucault Sarkacı, Günlük Yaşam’dan Sanata, Önceki Günün Adası, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı, Ortaçağı Düşlemek, Yorum ve Aşırı Yorum, Somon Balığıyla Yolculuk, Yanlış Okumalar, Beş Ahlak Yazısı, Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik, Açık Yapıt, Baudolino, Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi, Prag Mezarlığı…
------------------------------------------
Kaynaklar:
http://www.diken.com.tr/umberto-eco-istanbul-zaman/
http://t24.com.tr/haber/umberto-eco-istanbula-karsi-derin-entelektuel-duygular-besliyorum,227274
http://www.acikbilim.com/2012/11/incelemeler/bilgi-kimi-zaman-oldurucudur-gulun-adi.html
http://www.gazetevatan.com/romanlariyla-orta-cag-i-sevdiren-adam-umberto-eco-919372-pazar-vatan/
http://www.hurriyet.com.tr/umberto-ecoya-veda-kati-olan-her-sey-akiyor-40057813
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160220_umberto_eco_obit
http://www.ntv.com.tr/sanat/bulbulu-oldurmekin-yazari-hayata-veda-etti,pr3gKSD1BUSwZ1atZoP4CA?_ref=infinite
http://umbertoeco.kimdirkimdir.com/
http://www.biyografi.info/kisi/umberto-eco
http://www.edebiyathaber.net/umberto-eco-italyan-felsefe-ve-edebiyatinin-ezber-bozan-entelektueli-hasan-sarac/
*Söz konusu yazı daha önce Gözden Dergisinde yayımlanmıştır.