
Makale - Ömer Seyfettin’in Öykülerinde Balkanlar, Türkler ve İkinci Meşruriyet - Kerem Gökçe
Giriş
Balkanlar; Balkan Savaşları, çıkan isyanlar, kurulan cemiyetler (İttihat ve Terakki Cemiyeti), 2. Meşrutiyetin ilanı gibi sebeplerle Türk tarihi için çok önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle Modern Türkiye’nin kuruluşu sürecinde mutlaka Manastır, Selanik ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne sıklıkla değinilir. Bu yazıda da Ömer Seyfettin’in Balkanların geçtiği bazı öykülerini inceleyeceğiz. Ömer Seyfettin, 1909’da Selanik’e gider ve İTC ile bağlantısı bu zamandan sonra başlamaktadır. Bu bağlantıya örnek olarak İsmail Kekeç’in Ömer Seyfettin’in İttihat ve Terakki Cemiyeti ile İlişkisi adlı yazısından şu cümleyi örnek olarak sunabiliriz: “31 Mart Vakası’nı bastırmak üzere 17 Nisan 1909’da İstanbul’a gelen Hareket Ordusu’nda Ömer Seyfettin de vardır.” (KEKEÇ 193) Balkanlara gittiğinden, buradaki Bulgarların Türklere yaptığı işkencelere, kötülüklere değinmektedir. Hatta bir zamanlar televizyonlarda yayımlanan, Balkanların Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde olduğu zamanları anlatan “Elveda Rumeli” adlı dizide de bu olaylar çokça geçmektedir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti hakkında değinebileceğimiz bir başka durum 2. Meşrutiyetin, milli bir bayram olarak görülmemesidir. Bunun sebebi de imparatorlukta yaşayan herkese “Osmanlı” denmesidir. Buraya da değineceğimiz zaman Türkçülük fikrinin önemini anlayacağız. Çünkü Osmanlıcılık fikrine göre Yunanlar da Bulgarlar da Yahudiler de Osmanlı sayılmaktaydılar ve bu durum imparatorluğun yıkımını sağlayacak nedenlerden biri olacaktı.
Yazımızda söz konusu olan diğer unsur ise İkinci Meşrutiyet İhtilalidir. Bu ihtilalin gerçekleşmesinin sebebi, 34. Padişah olan 2. Abdulhamid’in, 93 harbi nedeniyle meclisi kapatması ve gücü elinde toplamasıdır ve 2. Abdulhamid’in bu baskıcı rejimi olan istibdattan bıkan İttihatçılar, Enver Paşa ile Resneli Niyazi Paşa’nın yaptıkları hareket 2. Meşrutiyeti ilan etmiş, bir sene sonrasında da (1909) 2. Abdulhamid tahttan indirilerek hakimiyeti son bulmuştur.
Edebiyatımızın değerli yazarlarından birisi olan Ömer Seyfettin bu konuları eserlerinde işlemiştir. Şimdi başlıklar altında Ömer Seyfettin’in eserlerindeki bu konulardan bahsedelim.
Beyaz Lale
Aslında Ömer Seyfettin’in öyküleri her ne kadar çocuklara okutulması önerilse de bu durum her öyküsü için geçerli değildir çünkü Ömer Seyfettin, özellikle Türklerin çektiklerini bütün çıplaklığıyla anlattığı için küçük yaştaki bir çocuğu ruhsal olarak kötü etkileyebilir. Bu öykülerinden birisi de Beyaz Lale öyküsüdür.
Beyaz Lale öyküsü, Balkan Savaşları sırasında Bulgar ordusunun Türk milletine (özellikle kadınlara) çektirdiği işkencelere yer vermektedir. Bulgar ordusunun başı olan Radko’nun yaptıklarını okuduğunuz zaman bir nevi daha yakın tarihte Adolf Hitler’in Yahudilere yaptığı şeylere benzer durumlar görmüş olabilirsiniz.
Bulgarların “Büyük Bulgaristan” gibi bir hedefleri olduğundan bahsedilir. Tıpkı Yunanların “Megali İdea” veya Ermenilerin “Great Armenia” planları gibi. Bulgarlar bunu gerçekleştirmek için Türklere çokça işkenceye varacak kadar kötülükler yapmışlardır. Ahmet Halaçoğlu’nun Rumeli’den Türk Göçleri adlı kitabından bu duruma örnek olarak şu cümleleri verebiliriz: “İskeçe’de de Bulgarlar ele geçirdikleri kişileri parça parça etmişler, Komanova ve Üsküb arasında takriben 3.000 kişiyi katletmişlerdir.” (HALAÇOĞLU 49)
Bir bebeği, yanmakta olan bir fırına atması, yanmış ceset kokusundan zevk alması, bir kız öldürmenin onlarca düşmandan kurtulmuş olmak gibi düşünceleri ve öykünün sonunda da bir Türk kızla zorla birlikte olmaya çalışması ve onun intihar edip kendini öldürmesine sebep olması gibi durumlar Bulgarların Türklere çektirdiklerine örnek gösterilebilir.
Hürriyet Bayrakları
Hürriyet Bayrakları öyküsü de giriş kısmında dediğimiz gibi İkinci Meşrutiyet devriminin milli bir bayram sayılıp sayılmaması konusuna değinmektedir. Öykünün ana kahramanı bu devrime milli bir bayram statüsünde bakmamaktadır. En büyük sebebi şudur ki; Osmanlı İmparatorluğu bir ulus devlet değildir ve imparatorlukta yaşayan herkese “Osmanlı” denilmesinden dolayı imparatorlukta yaşayan Rumlar da Ermeniler de Bulgarlar da Yahudiler de Araplar da Osmanlı idi. Hatta Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi adlı kitabında da bu durumu yazmıştır: “[…] olağanüstü bir sevinç ve ferahlama vardı, her meslekten ve Müslüman, Musevi, Hristiyan her cemaatten insan caddelerde kardeşlik gösterileri yapıyor, birbirini kutluyordu.” (ZÜRCHER 119)
Bu yüzden ana kahramanımız bu 2. Meşrutiyet devriminin hangi milletin milli bayramı olduğunu kendi kendine sormaktadır çünkü ana kahramanın karşılaştığı bir adam diğer “Osmanlıların” da Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olduklarını savunmaktadır fakat karşılaşacakları durum bunun tam aksi bir durum olacaktır çünkü, özellikle Fransız İhtilalinden sonra tüm dünyaya yayılan milliyetçilik akımının etkisiyle her etnik köken kendi ülkesini kurma düşüncesine kapılmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nda da buna bağlı isyanlar başlamıştır.
Ana kahramanımız karşılaştığı kişiyle gezmeye başlar. Uzakta kırmızı bir şey görürler ve ana kahramanın yanındaki kişi bunu ihtilal bayrağı (muhtemelen Allah, Vatan, Namus, İttihat yazılı bayrak) zanneder fakat oraya gittiklerinde o asılı olan kırmızı şeyin kurutulmuş biberler olduğunu ve orada Bulgarların kendilerini bir hakaretle ve soğuk tavırlarla karşılamalarına bakıldığında ana kahramanımızın haklı olduğunu görmüş oluyoruz.
Primo Türk Çocuğu
Primo Türk Çocuğu adlı öyküde de Balkanlar hakkında tek söyleyebileceğimiz şey, olaylar Selanik’in işgali sırasında geçmesidir. Kitap kısaca, Birinci Dünya Savaşı zamanlarında Selanik’in düşman işgaline maruz kalmasını, Türklük bilincinin uyandırılmasını, Türk olmanın verdiği şerefi anlatır.
Eserimizin ana kahramanı olan Primo’nun babası Kenan Bey, Selanik’te yaşamış ve eğitim görmüştür.
Selanik şehri, Modern Türkiye tarihi için önemli bir yer tutmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz;
İmparatorluğun İstanbul’dan sonra en büyük şehri
İmparatorluk için çok önemli bir liman kenti
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkezi
İkinci Meşrutiyet Devriminin merkezi
Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ve İsmail Enver Paşa gibi önemli kişiliklerin doğdukları yer.
Yani Selanik’in elden gitmesi Türk tarihi için önemli bir kayıp olmuştur.
Öyküye dönecek olursak, Primo’nun babası Kenan Bey’in Türklük bilincinin yükselmesi hala süre gelen savaştan dolayıdır. Ahmet Koçak, tam da Primo Türk Çocuğu öyküsündeki bu konuya şöyle değinmiştir: “Kenan’ın milli bilincinin uyanmasına vesile olan da savaştır. Onun zihni, iş için geldiği Selanik’te ‘işittiklerinin, gördüklerinin, gazetelerde, ilavelerde okuduklarının sahih olduklarına akıl erdiremeyecek’ kadar karışık durumdadır.” (KOÇAK 641)
Efruz Bey - Hürriyet’e Lâyık Bir Kahraman
Efruz Bey adlı eser ise asıl adı Ahmet olan ve hürriyet aşkıyla yanıp tutuşan Efruz Bey’in, memlekete hürriyeti getirmek için verdiği uğraşı anlatmaktadır. Zaten Efruz Bey romanının Hürriyet’e Lâyık Bir Kahraman bölümüne değineceğiz.
Romanın baş kahramanı Efruz Bey, halkı küçük gören ve kendini 1908 devriminin öncüsü olarak gören birisidir. Efruz Bey’in söylemleri ve sonrasında arkasına binlerce kişinin takılması, Mahmut Şevket Paşa’nın halka seslenmesi ve devrimin gerçekleşmesine de benzemektedir.
Ahmed (Efruz) Bey, hürriyetin sağlanamamasından sonra çalışmış olduğu mabeyin yani saraydan ayrılır. Burada biraz Namık Kemal’i görebiliriz. Çünkü Namık Kemal de şair ve yazar kişiliğinin yanı sıra bir devlet adamıdır ve bir Jön Türk’tür. Üstüne yazdığı bir kasidesinde artık bab-ı hükümetten (hükümet kapısı, saray) ayrıldığını söylemektedir.
Fakat Ahmed (Efruz) Bey, hürriyet hakkında hiçbir şey bilmeyen bir hürriyetçidir. Günümüzdeki devrimciliği veya milliyetçiliği anlamadan ben milliyetçiyim ve yahut devrimciyim diyenlerdendir. Tek bildiği şey Kanuni Esasidir.
Romandaki diğer kişiler, Efruz Bey’in aksine hürriyet lafından korkarlardı.
Efruz Bey, “Yaşasın Hürriyet” narası ata ata arkasına binlerce kişiyi almış ve İttihat ve Terakki Cemiyeti Ahmed Bey’in namını duymuş ve ona not da gönderirler.
Fakat Efruz Bey, kişilik değişimine uğrar, romanın bir sonraki bölümünde Meşrutiyetçi, hürriyetçi ruhu kaybolur gider. Sadece “asil” gözükme çabası vardır. Evet asil olmak değil, görünmek. Tıpkı hürriyetçi gözükmeye çalışması gibi…
KAYNAKÇA
HALAÇOĞLU, Ahmet. Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri. Ankara. 2022, Türk Tarih Kurumu
KEKEÇ, İsmail. “Ömer Seyfettin’in İttihat ve Terakki Cemiyeti İle İlişkisi.” Sonsuza Uzanan Ses: Ömer Seyfettin. 2020, Dergâh Yayınları
KOÇAK, Ahmet. “Savaşın Gölgesinde Yazılan Hikâyeler: Ömer Seyfettin’in Hikâyelerinde Savaşın Yansımaları” Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı. s. 18, 2015, ss. 637-656
ZÜRCHER, Eric Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul. 2022, İletişim Yayınları
Kerem GÖKÇE