Utrillo’yu inceleyenler onun sanatını dört bölüme ayırırlar. 1904-1906 yılları Montmagny Dönemi, 1907-1908 Empresyonist Dönem, 1909- 1914 Beyaz Dönem ve son olarak, 1922-1955 yılları arasında, oldukça parlak ve göz alıcı tonları kullandığı Renkli Dönem. Utrillo’nun başyapıtları Chigaco’dan İskoçya’ya kadar birçok ülkede halen sergilenmekte.
Sanatı besleyen en önemli etkenin ne olduğu halen bir tartışma konusu. Bu ulvi etkinliği kalplerden notalara, tuvallere, dizelere taşıyan ana sebep bir ilham mı yoksa zor şartların sağladığı bir uyanış mı bilmek mümkün değil. Ancak karşımızda bize gülümseyerek bakan bir gerçek var; siyasette, bilimde hatta sporda olsun, en iyiler her zaman zor şartlarla mücadele eden insanlar oluyor. Bu durum doğal olarak sanat için de geçerli. Birazdan kendisinden bahsedeceğimiz Maurice Utrillo da bu isimlerden biri. Bizim ifademizle “Kaosun içinden doğan ‘Beyaz’ yetenek”…
Fakir bir barakada başlayan hayatın değişen isimleri
1883 yılının soğuk bir Aralık gününde yeni doğmuş bebeğini kucağına alan on sekiz yaşındaki Marie Clementine Valadon, oğlunun çok zor şartlar içinde büyüyerek muazzam işler çıkaracağını elbette bilemezdi. Sirk akrobatlığının yanı sıra, ünlü ressamlara modellik yapan ve ilerleyen yıllarda kendisi de bir ressam olan Clementine, Daniel Kitabı’ndan esinlenerek kendisine Suzanne ismini takmıştı. Genç annenin ressam sevgilisi Miguel Utrillo, yaşadıkları yoğun aşkın da etkisiyle Maurice’i evlat edinmişti. Babasının kim olduğuna dair spekülasyonlar halen tartışılsa da o güne kadar annesinin soyadını kullanan Maurice için sanatla iç içe geçirilecek gençliğin temelleri böylece atılmış oldu.
Annesinin sanatsal yaşamı sebebiyle büyük annesi tarafından büyütülmek zorunda kalan Maurice, genel olarak içe kapanık bir çocuktu ve çocukluğu hastalıklarla geçti. İyi sayılmayacak şartlarda büyüyen Maurice için hayatındaki kritik noktalardan biri ise annesi Suzanne’in bir banker olan Paul Mousis ile tanışması oldu. Evlilikle sonuçlanan bu tanışmadan sonra Mousis tüm ailesini Montmarte’deki bir apartmana yerleştirdi ve Maurice’in eğitimi ile bizzat ilgilendi.
Eğitim hayatı boyunca uyumsuz ve asi tavırlar gösteren Maurice, kendine bir hayat çizme konusunda erken davrandı. Çocukluğundan beri insanlarla ilişkileri iyi olmayan bu genç adam bir bankada çalışmaya başladı ancak bu durum da çok uzun sürmedi. Sorunlu aile yapısı onun alkol ile fazla haşır neşir olmasına sebep oldu. Çok sık alkol alan, zaman zaman da krizler geçiren genç adam, bir batağa saplanmak üzereyken doktorunun tavsiyesi üzerine, annesinin de yardımıyla resim sanatına yöneldi. Başka bir ifadeyle çocukluğunda onunla fazla ilgilenemeyen ancak daha iyi bir yaşam elde etmesi için bağlantılarını ve kadınlığını silah olarak kullanmayı iyi bilen annesi, yetişkinliğinde onun kurtarıcı meleği oldu ve ona resim yapmasını öğütledi.
Alkolle olan yakın ilişkisi hiçbir zaman kopmasa da resim sanatı Utrillo’yu hayata bağlayan bir etki yarattı.
Zorluklar bitmemişti. Annesinin zengin Paul Mousis ile olan evliliğinin bitmesinin ardından büyük bir mali kriz içine düşen Utrillo, resim yapmaktan vazgeçmedi ancak alkolün etkisini de fazlasıyla hissetmeye devam etti. Hırçın yapısı nedeniyle kavgalara karışmaktan, hatta bazen tutuklanmaktan kurtulamayan Utrillo, yaptığı eşsiz resimleri oldukça ucuz fiyatlara elden çıkartarak içki alıyor, bohem yaşamı içinde kıvranıyordu. Utrillo bunları yaşarken annesi, tanınmamış bir ressam olan Andre Utteir ile hayatını birleştirdi.
Sanat ile hayata tutunmak
Alkolü bir yandan çok sevip bir yandan da kurtulmak istemesi, öte yandan da geçirdiği ruhsal nöbetler onun sanatını etkileyen ana etkenler oldular. Başka bir ifadeyle hayatını olumsuz etkileyen şartları sanatını beslemek için kullanacak kadar zeki bir insandı Utrillo.
Eğitimini annesinden ve onun ünlü arkadaşlarından alan Utrillo, -her ne kadar bu eğitim pek yeterli gözükmese de- gözlemciliği sayesinde çok şey öğrendi. Sokaklar fazlasıyla ilgisini çekiyor, kaldırımlarda dolanan insanların yüzlerindeki ifadeler onu her zaman büyülüyordu.
Eserlerini açık havada çalışarak verirken Paris sokaklarını, evleri, caddeleri ve -yalnızlığının geliştirdiği gözlemciliğinin etkisiyle- kimsenin göremediği detayları eserlerine yansıtıyordu. Hüznün, mutsuz bir çocukluğun, alkolizmin her tablosuna yansıdığı Utrillo, resmini yapacağı sokağın taslağını ayrıntılı şekilde cetvel yardımıyla planlarken, ressamdan daha çok bir mimar gibi matematiksel detayları da kullanıyordu.
Nitekim, Utrillo gibi bir dâhinin ön önemli sanatsal dönemi olan 1909-1914 (bazı kaynaklarda 1904-1914) yılları arasında yalnızlık duygusunu eserlerinde ustalıkla dışa vuran sanatçı, kendine özgü post empresyonist stili ile sanat tarihinde yeni bir boyut yarattı. “Beyaz dönem” olarak da adlandırılan ve sanatının en verimli eserlerini sunduğu bu dönemde, solgun renklerle resmedip nispeten koyu renklerle gölge ve detayları belirginleştirdiği ıssız sokak manzaralarını keskin perspektiflerle güçlendirdiği halde, eserlerindeki sadeliği koruması nedeniyle en çok taklit edilen post empresyonist ressamlardan biri haline geldi. Bu nedenledir ki sanat çevrelerinin yanı sıra sadeliği sayesinde halkın da yoğun olarak ilgi gösterdiği bir ressamdı.
Bunalımla resmedilen beyaz düşler
Eleştirmenlerin en başarılı bulduğu “Beyaz dönem” ile ilgili büyük övgüler alan Utrillo, her ne kadar başarılı bir ressam olup ünlense de içsel sorunlarından bir türlü kurtulmayı başaramadı. Giderek içine kapanan Utrillo, eserlerini atölyede yapmaya başladı. Ne var ki kötü eski dostları yakasını bırakmıyordu. Alkolün ve kötü beslenmenin sonucunda birçok kez hastalanan ressam, arkadaşlarının ısrarı ile La Boetie Sokağı’nda bir resim sergisi açtı. Ancak açılışına oldukça sarhoş gittiği bu sergide kendi eserlerini bile tanımakta zorluk çekiyordu.
Gelen ün ve paranın birçok şeyi değiştirmesi beklenirken, Utrillo’nun hayatı sanatsal açıdan verimli ancak duygusal açıdan bir o kadar da zordu. Annesi ve yeni üvey babası onun hayatını olumlu olarak etkilemeye çalışsa da düşüncelerindeki yalnızlıktan kurtulamayan Utrillo, bir kayığın okyanusta ilerlemeye çalışması gibi birçok kez farklı bunalımların içine düştü. Ancak iç dünyasındaki bütün sarsıntılara rağmen ünü artmaya devam etti ve 1928 yılında Fransa’da oldukça önemli bir unvan olan “Légion d’Honneur” nişanıyla ödüllendirildi.
1938 yılında annesinin ölümünün ardından içinde bulunduğu girdabın daha da derinleştiği Utrillo, 1934 yılında evlendiği Lucie Valore’nin zekâsı ve sevgisiyle hayata tutunmayı başardı. Kalabalıklardan hoşlanmayan, insanlarla fazla yakın olmaktan çekinen bu büyük dahi, eşiyle inzivaya çekildiği Vesinet Villası’nda 1955 yılında hayata veda ederken arkasında fırtınalı bir geçmiş ve sayısız eser bıraktı.
Beyazı en iyi kullanan ressam
Yaşadığı zor hayat, alkolizm, depresif halleri ve 1924’te intihara teşebbüs edecek kadar ruhsal çöküntüler içine giren bu eşsiz ressam sadece “Beyaz Dönem”de değil, neredeyse yaptığı tüm eserlerinde beyaz renkleri çok iyi kullandı. “Tüm zamanların beyazı en iyi kullanan ressamı” olarak öne çıkmasını sağlayan, birçok ressam ve eleştirmenin kentsel manzaraları en iyi yansıtan ressam olarak değerlendirdiği, resim dışı malzemeleri de tablolarında kullanan Utrillo’nun en önemli eserleri, “Église Saint Léger, Soissons”, “L’Escalier de La Reine Berthe à Chartres”, “Le Lapin Agile”, “Rue à Hyère”, “Rue Custine a Montmartre” ve “Place des Abbesses in the Snow” olarak görülebilir.