İnceleme - Frida - Nevin Ulusoy

Frida

ACI VE TUTKUNUN 

SANATÇISI 

Frida Kahlo. Meksikalı, Sürrealist sanatçı. Popüler kültürün en sevdiği karakterlerden biri. Yüzü defterlerin, çantaların üzerinde sıklıkla bizimledir, sözleri internette her yerde, popüler dergilerde karşımıza çıkıp durur. Ancak sanatçıyla göz göze geldiğimizde, derinlerine daha dikkatli bir bakış talep eder bizden ve kalplerimizle konuşmaya başlar. 

2002 yapımı Kahlo’nun yaşamı ve kariyeri hakkındaki “Frida” filmi sanatçının her yönünü anlayabilme yolunda mükemmel bir çaba. Yaşantısı, sanatı gözlerindeki ve içten cümlelerindeki öykü sonuçta. “Frida” Hayde Herrera’nın “Frida: Frida Kahlo’nun Biyografisi” adlı kitabından uyarlanmış bir film. Yönetmen Julie Taymor her sahnede yeteneğini fark ettiriyor bizlere, izlediğimiz her an Frida’nın atmosferini hissediyoruz. Başroldeki Salma Hayek gerçekten Frida gibi görünüyor, aslında o Frida’nın ta kendisi film boyunca, her bakışında, hareketinde, konuşmasında. Frida’nın eşi, asla bitmeyen sorunlu aşkı, hocası Diego Rivera rolünde Alfred Malina’yı görüyoruz. Filmin iki Oscar ödülü var, En İyi Makyaj ve En İyi Müzik dallarında. Salma Hayek de ödüle aday gösterilmiş. 

Film Kahlo’nun gençlik dönemiyle başlıyor, akademiye erkek arkadaşıyla giden öylesine hevesli, yaşam dolu, tutkulu ve resme karşı inanılmaz bir arzu duyan gencecik bir kız var karşımızda. Diego’ya öylesine hayran ki onun resim yapmasını gizlice izlemekten alıkoyamıyor kendini. Sonra kaza… Hayatının akışını değiştiren kaza ama hiçbir şey onu durduracak güçte değil. Tutkusunu boğacak ne olabilir? Tutkunun vücut bulmuş hali o; yaşam tutkusu, öğrenmek ve aşk. Acı ve kederin canlı anıtı Frida ve devasa acısını, bütün yaşantısına boyasını çalan, acısını sanatına yansıtabilen bir sanatçı. İçimize işleyen resimleri, eşsiz öz portreleriyle… “Resmim acının mesajını taşıyor” der bunu ifade etmek için.  Yaşamın her alanında özgürlük sevdası yaşantısına yön verir onun.

Özgürlük, yalnızca kendisi için değil, bütün insanlık için, kardeşçe, omuz omuza bir yaşantıya da inanır. Ruhunun gücü öylesine devasa ki hayal bile edilemeyecek büyüklükte fiziksel ve ruhsal acılara dayanabildiğini görürüz. “Kendimi resmediyorum çünkü genellikle yalnızım ve en iyi bildiğim konu kendim.” İşte Frida’nın sanatı, acısı ve kendisi. 

Filmin en aklımızda kalan bölümlerinden biri olan düğün sahnesi Frida için acıların son bulduğuna inandırır bizi ve ortak arkadaşlarından birinin yaptığı konuşma mutluluk umudu pırıltıları doldurur gözlerimize. Aslında “kadını esir etme kurumu” olan evliliğin Frida ve Diego gibi kişilerce aşk yoldaşlığıyla denenebileceğini belirtir konuşmasında bu dost. Ama evliliği yalnızca acısını artırmaktan başka bir işe yaramaz: “Hayatımda iki büyük kaza oldu. Biri tren, diğeri de Diego. Diego en kötüsüydü.” 

Film, onun apayrı bir büyüye sahip tablolarıyla dolu elbette! “Frida ve Diego Riviera” (1931), “İki Frida” (1939), “Kırık Sütun” (1949) bunlardan bazıları. Yaşama bakış açısını şu sözlerle yansıtır Kahlo: “Ayaklar, neden onlara ihtiyaç duyayım uçmak için kanatlarım olduktan sonra.” Kanatlar, fırçadan yüreklerimize yayılan içindeki ateşin kıvılcımı, önce renkleri tutuşturan, varoluş uçurumlarının diplerinden gökkuşağının ötelerine çırpılan kanatların rüzgârı. Suat Derviş’in unutulmaz romanı Çılgın Gibi’de bahsedilen kahramanımız gibi değil mi Frida kanatlarının rüzgarını dinlerken: “Evet, o bu hayatın bütün hakikatleri dışında yaşıyordu. Kendi iç alemine gömülmüştü. Yürürken gittiği istikamete değil, yüreğindeki ateşin alevine bakıyordu.” Bu alev, kanatlarının esintisi onun damarlarına can getirir, acısını, hüznünü fırça darbelerinde nefese dönüştürür. Kendisi adlandırmaz sanatını, sanatı vardır, onun özgürlük yüküdür ve yaşam gerçeği: “Benim bir Sürrealist olduğumu sandılar ama değildim. Ben asla rüyaları resmetmedim. Kendi gerçekliğimi resmettim.” 

Sanatçının müzeye dönüştürülen evini internette bile olsa dolaştıktan, varlığını evin içinde hissettikten sonra filmi izlemek benim için büyüleyici bir deneyim oldu. O evde Frida’nın yaşadığını, resim yaptığını, çalıştığını, bahçede dolaştığını görmek! Filmin kareleri bizi de içine alıyor, boyaların kokusu, ruh kıvılcımı, resim yaparken esen özgürlük rüzgârı içimize işliyor, kederin gri göğünde dolaşıyoruz, sanatın varoluş neşe hüzmesi de yer yer parlıyor, görüyoruz.

Filmin Caetano Veloso ve Lila Downs tarafından seslendirilen şarkısı “Burn it Blue” Kahlo’nun son acılarının ruh halini yansıtıyor bize: “Umarım çıkış neşe doludur ve bir daha asla geri dönmem.” Bu şarkı da En İyi Müzik Dalı’nda ödüle aday olmuştu. Sinema görsel anlatıyla sözün ötesinde bir sanatsal deneyimi, sözün gücünü de kullanarak karelerinde sunuyor bizlere ve gümüş perdede düşsel, bilmediğimiz yeni yaşantılara kanatlandırıyor bizleri. 

Frida Kahlo gibi yaşam yolumuzda rehber ışığımız bir sanatçıyla karşı karşıya gelmek, adeta yan yana yürüyebildiğimizi hissetmek sinema büyüsüdür elbette. Frida çalışmaları ve yaşamıyla doğrudan bize sesleniyor, film bu seslenişi taptaze gönüllerimize sunuyor, evrenin ve yüreklerinin derinliklerinde kendilerini arayanlara bir sesleniş bu, Finlandiyalı metal grup Amorphis’in “The Wanderer”, “Gezgin” şarkısındaki gibi: 

“Bakın yoldaki adama 

Taşıdığı yük 

Her şeyi kaybetmiş ama hâlâ devam ediyor

Acı ve keder yolunda verilen sözler tutulmadı 

Bir kez daha aldatıldı 

Umudu olmayan bir gezgin 

Neden bu ağır yük 

Ne arıyor 

Hayallerini arıyor” 

Frida, hayallerimizi ararken ışık tutuyor bize. İngiliz ressam J.M.W. Turner’ın güneşi resmetme tutkusu onda kendini resmetme tutkusu ve bu tutku insanın acıları ve sevinçleriyle dünya denilen bu gezegende evrenin bir parçası olarak kendini bulma tutkusu, yaşam sürdükçe devamlı olan bir arayış, değişimin kendisi dışında değişmeyen tek şey belki de. 

Varoluş, yükümüzle bir arayış, özgürlük esintisiyle, düşlerimizden geçerek, sanat, düşlerin gerçekliğinde, gerçekliğin düşlerinde. Ferit Edgü’nün sinemaya da uyarlanan “Hakkari’de Bir Mevsim” romanının başında alıntıladığı gibi Carlos Castena’dan: “Hiç kuşkusuz, düş gerçeğin ta kendisidir. Düş görmek, düşlemek, bir güce sahip olmak demektir. Elindeki bu güçle çok şeyi değiştirebilir insan. Gizli kalmış nice şeyi bu güçle bulup ortaya koyabilir.”

465 14