
Deneme - İyilik mi Kibir mi - Dilek Nur Aktuna
Hoş görmeyi biraz yanlış anlıyoruz, diye düşünüyorum. “Onu da öyle kabul edeceğiz, onu da öyle idare edeceğiz” gibi bir yerden bakıp kibir çalıştırıyoruz. Hâlbuki hoş görmek, hoşunu görmek, hoş tarafını görmek demektir.
İnsan dediğimiz Yin-Yang gibi değil midir? İyiyi de kötüyü de potansiyelinde saklamaz mı? Öyleyse kim kimden daha iyidir? İçindeki kötülüğe rağmen iyiye çabalayandan daha iyi kim olabilir? Peki, kim içinde ne kadar kötülük potansiyeli taşıyor biliyor muyuz? İçinde taşıdığı keskin zekayla ilişik yoğun kötülük potansiyeline karşın, iyi olmaya çalışması takdire şayan değil midir? Bu potansiyeli baskılamaya çalışarak kontrol altında tutması ve bir de üstüne, karşıdan bakanların “az” diye adlandıracağı miktarda bile olsa iyilik yapmaya çalışması, iyiliğini çoğaltma çabası saygıyı hak etmiyor mu?
Bir davranışı iyi ya da kötü olarak adlandırırken kıstasımız nedir? Sadece fayda ya da zarar gözeterek mi karar veririz, yoksa kanaatlerimizin temelinde bazı içsel keşiflerimizin de etkisi var mıdır? Bazı iyilik diye adlandırılan davranışların, kötülük niyetiyle yapılmadığı halde yine de zarara uğratması peki? Ne zaman niyetimizle sonuçlar tam olarak uyuşuyor ki? İyi niyetle çıkılan yolların bile imtihanları ağır ve sonuçları hüsran olabiliyorsa ve bazı iyi niyetlerin kaynağı sadece kibirse?
Bazı insanlar görüyorum; beklentiyle bir şeyler yapıyorlar. İlk bakışta iyilikten, güzellikten başka bir amacın güdülmediğini düşündüren ancak yaptıklarının karşılığında görmeyi arzuladıkları ‘yüceltilme beklentisi’ karşılanmadığında canavara dönüşüyorlar. İyilik için iyilik mi bu peki, yoksa kibir için mi iyilik? Bu davranışın sonucu faydalı bile olsa iyilik olarak adlandırmayı hak eder mi?
Bir de bize göre yetersiz, basit, cahil diye etiketlediğimiz insanlar var. Bu yargılara vardığımız anlarda bir an durup “Ben de daha bilgili birisi için çok cahilim, ben de benden daha yetenekli birisine göre çok daha yeteneksizim” diyebilme cesaretini gösterebilseydik, hayatlarımızda neler değişirdi?
Kim bir kusur ararsa hem kendisinde hem de diğer insanlarda hemen onu bulur. Kim de bir güzellik ararsa hem kendisinde hem de diğer insanlarda onu da hemen bulur. Hem zaten biz insanlarda neyi çoğaltıp eşelersek, hayat da bizde o şeyi çoğaltmıyor mu? Hep böyle olmadı mı? Hani algıda seçicilik konusu…
Gönül en çok neyi arıyorsa, göz de en çok onu görüyor. Böyle olmasa, aynı zamanda, aynı yerlerde, aynı koşullarda yaşayan insanların hepsinin durumla ilgili çıkarımlarının aynı olduğunu görürdük. Oysaki, aynı durumdaki insanların kimi daha umutlu ve mutluyken, kimi daha umutsuz ve karamsar olabiliyor. Hatta, daha ağır şartlarda yaşayan insanlar, nice hoşlukları arayıp nihayetinde bulmuş, kalpleri umutla dolu iken, nispeten daha şanslı denilebilecek kişilerin ise çok daha umutsuz ve karamsar yaşadıklarını görüyoruz. Bu bile aslında hemen her şeyin bizim algımızla şekillenebileceğini göstermez mi?
Hoşluk görmek, başkalarına bir lütuf değil, kişinin kendi kalbine şifa verir. Kişi hoş gördüğü kişi ya da olaylar için bir beklentiye giriyorsa gerçekten hoş görüp göremediğini kalpten sorgulamalıdır. Şayet derinlerde bir beklenti içerisinde olduğunu düşünüyorsa bu, hoş göremediği anlamına gelir. Hoş göremiyor olmak ise en nihayetinde kişinin hem ruhunu hem bedenini zayi eder. Tabii ki, zayi olmayı istemek de bir seçimdir. Buna kim, ne karışabilir?
O halde, kim neyi arıyorsa, tüm yolları ona çıksın diyelim mi?
DİLEK NUR AKTUNA