YAŞAMIN ACIMASIZ YÜZÜ “FELAKETZEDELER EVİ”NDE KENDİNİ GÖSTERİYOR - SAVAŞ AŞÇI YAZDI
Yazar Küba’da farklı iktidarlar görmüş sonraki süreçte ülkesini terk etmek zorunda kalmış. Kitabın sonunda yazar hakkında bilgilendirici kısa bir yazı da mevcut. Dönemi ve yazarı anlamak için önemli bir husus olmuş. Kitap özelinde neden-sonuç ilişkisi bakımından dönemin, rejimlerin ve ideolojilerin büyük önemi olduğunu görebiliyoruz.
Yazarların zaman zaman yarattığı karakterlere kendi karakter özelliklerinden bir şeyler eklediği bilinir. Bazen ana karaktere bazen de yan karakterlere kendi kişilik özelliklerini veya yaşanmışlıklarını aktarabiliyorlar.
Bu kitapta da yazarın kendisinden çok fazla şeyi karaktere aktardığını görüyoruz…
Figueras; farklılığının veya dezavantajının sonucu olarak toplumdan dışlanan bir birey. Kendi gibi dezavantajlı insanların kaldığı Felaketzedeler Evi’ne bırakılmasıyla hikâyesi başlıyor. Onu buraya bırakanlar da haliyle kendi akrabaları. Onu bir ucube gibi görüyorlar ve aralarında yaşamasını istemiyorlar.
Bir yanda normal yaşamına devam edenler bir yanda ise bakımevinde kalan düşkünler. Bu bakımevindekilerin büyük bölümü, hatta hepsi ruhsal sağlığı yerinde olmayan kişiler.
Hemen araya girerek, kitabın biraz sert, sarsıcı bir eser olduğunu belirtmek istiyorum. Detay vermeden üstü kapalı yorumlarımı ileteceğim ama kitabı okumamışlar için ek bilgi olarak yer yer müstehcen kısımları olduğunu söyleyeyim. Fakat bu kısımlar metinle alakasız sayılmayacak şeyler. Metinin bütünlüğünü bozmayan, tema kırıklığı yaratmayan ve okurken, bunların mümkün olabileceğini düşüneceğiniz şeyler. Olmasa da edebi niteliğinden bir şey kaybetmezdi eser fakat verilmek istenen sert gerçekçilik eksik kalabilirmiş.
Kitabı okurken aklıma Körlük kitabı ve filmi geldi; orada körlük salgını nedeniyle insanlar diğer duyularıyla bir sürü psikolojisiyle hareket ediyordu. Bu kitapta, aslında çok olmasa da ufak bir benzerlik sezdim. En azından öyle bir hissiyatım oluştu. Çünkü burada yaşayanlar birbirine benzemeye başlıyor. Duyuları köreliyor, hissizleşiyor ve vurdumduymaz hale geliyorlar. Yapılan tüm kötü muameleyi kanıksıyorlar.
Efendi-köle figürlerini de görüyoruz eserde. Bakımevinin sorumlusu efendi rolünde karşımıza çıkıyor. Sorumlu gittiğinde oraya vekalet eden karakter ise dalkavuk bir karakter; efendi gidince dilediği gibi at koşturuyor. Orada kalanlara şiddet uyguluyor ve taciz edip daha ötesine kadar gidiyor. Bunlara üçüncü kişi ekleniyor. Yer yer köle yer yer efendi olan, kahramanımız Figueras… Bakımevinin sorumlusuna karşı köle, diğerlerine karşı ise efendi rolü oynuyor. Yazarla benzerlik gösterdiği kısım da daha çok efendi rolüne büründüğünde ortaya çıkıyor; durup dururken, aniden şiddet eğilimleri gösteriyor ve kendi gibi bakımevinde kalanlara karşı şiddet uygulamaya başlıyor. Zaten kitap otobiyografik bir eser. Yaşadıkları ve ruhsal sorunları sonucu yazarın intihar etmesi bile ne denli zorlu bir yaşamı olduğu konusunda bize ipucu veriyor.
Bakımevi sorumlusu, burada yaşayanları sömürüyor. Onlara haklarını tam sağlamayıp devletten aldığı destekleri daha çok kendisi için kullanıyor. Kendisi lüks bir yaşam sürerken bakımevindekiler yoksunluk içinde yaşıyor. Varlık ve yokluklar üzerinden kapitalist sisteme bir eleştiri var bu kısımlarda.
Bakımevi son derece pis, orada kalanlar daha pis. Yazarın karakter ve mekân anlatımı çok iyi. Metnin sertliği ve karakterlerin sefaleti okuyucuya çok iyi aktarılmış. Burada da çevirmenin yeteneğini görebiliyoruz. Yazar hakkında verilen bilgilerde, yazdıklarını her defasında yırtıp yaktığını ve ortadan kaldırdığını öğreniyoruz. Bu metni ise kız kardeşi bulup basılmasına vesile olmuş. Bu durumdan dolayı metnin iyi bir editörlükten geçmediği, en azından yazarın tek seferde yazıp sonradan düzeltme yapmadığını düşünebiliyoruz. O haliyle bu kadar iyi çevrilmesi büyük başarı olmuş.
Kitabın ortalarında bir anda aşk çıkıyor sahneye. Tam anlamıyla aşk denebilir mi, bilmiyorum ama Figueras’ın, bakımevinden ayrılma konusunda refleks göstermesine neden oluyor. Bakımevine gelen Francis ile tanışınca, oradan ayrılarak birlikte bir eve çıkma hayali kuruyorlar. Birlikte mutlu olabileceklerini bize hissettirebiliyor.
Bu kadar kısa bir kitabın bu kadar etkileyici olması şahane bir şey. Zaman zaman Stefan Zweig veya Jack London kitaplarında aldığım tadı aldım.
Kesinlikle okunması gereken bir kitap.
Yayınevi : Jaguar
Çevirmen: Gökhan Aksay
SAVAŞ AŞÇI