USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİ - SERKAN AYDIN YAZDI
Usta-çırak ilişkisi elbette önemlidir. Eğitimdir, geleneğin, bilginin, bir üslubun aktarımıdır. El vermektir.
Çırak ya birebir çalıştığı ya da örnek ve ölçüt olarak gördüğü bir ustayı seçer... ondan feyz alır, taklit etmez.
Mahir Canova bu konuda şunları söylemiş:
"Ben, daha önce de söyledim, usta-çırak metoduna muhalifim. Şimdi usta-çırak usulünde, ustanın kendi yaradılışındaki zaafları da çırağa geçirebiliyor. Bu itibarla, usta-çırak usulü artık yerini bilimselliğe terk etmelidir." (1)
Tiyatrocu gençlerin içinde çok yeteneklileri var ama eğer bir "Usta Çırak" ilişkisinden geçmezlerse yaprak döken dallar gibi çıplak kalırlar...
Bu sözü imbikten süzerek takdim eden usta Gülsen Tuncer söylemiş.
Günümüzde elden ele geçen ve bir sanat dalının sembolü olarak usta-çırak ilişkisini gösteren kavuğun bilinen ilk sahibi Kel Hasan’dır. Kel Hasan bu kavuğu Dümbüllü İsmail Efendi’ye vermiştir. Ondan da Münir Özkul’a geçen kavuk sonrasında Ferhan Şensoy’a, Ferhan Şensoy’dan Rasim Öztekin’e ve son olarak Rasim Öztekin’den Şevket Çoruh’a devredilmiştir.
“Kavuk nedir?” Münir Özkul’un çok güzel bir tanımlaması var bu konuda.
“600 senelik bir kültürün, bir temaşa sanatının, tuluatın sembolüdür kavuk.”
Bilindiği üzere usta-çırak ilişkisi kavuğun devri ile simgesel bir anlam kazanmaktadır.
Usta-çırak ilişkisi ve önemine dair tiyatro çevresinden aldığım görüşler:
Dilek TÜRKER
Oyuncu-Tiyatro Ayna
"Usta-çırak ilişkisi son derece önemli gördüğüm bir husustur."
Konservatuarda edinilen teorik, kuramsal bilgiler hayatın içinde, ustaların rahle-i tedrisinden geçildiğinde tam olarak pekişebilir. Bana göre, Nejat Uygur son derece önemli bir usta, gerçeküstü bir sanatçıdır.
Yıllar önce, Almanya'dan yeni dönmüştüm. Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sahne alıyordum. O sıra Ankara'ya turne için gelen Nejat Uygur'u izlemeye gitmiştim. Oyun sonrası tebrik etmek için kulise geçtim ve kendisine: “Nejat Bey, sizi ilk kez izledim. Hayran kaldım. Her bakımdan sürrealist bir sanatçısınız," dedim. Gülümseyerek beni dinledi. Ardından çekmeceyi açtı bir defter çıkardı. Sayfaları çevirip, bana uzattı. O anı unutamam. Haldun Taner de benzer şeyleri söylemiş ve Nejat Uygur'un sürrealist bir sanatçı olduğunu belirtmişti.
Evet, usta-çırak ilişkisi önemlidir. Bu ilişkide çırak ustasından sevmeyi, anlamayı, mesleğinin inceliklerini, kendini keşfetmeyi, kimsenin taklidi olmaması gerektiğini öğrenir. Ustaların değeri bilinmelidir.
Muhsin Ertuğrul, Vasfi Rıza Zobu, Sami Ayanoğlu, Nedret Güvenç, Şükriye Atav gibi ustalarım olduğu için kendimi hep şanslı hissettim.
Ayşen İNCİ
Oyuncu-Yönetmen
"Meslek hayatının her döneminde bu ilişki çok önemli ve değerlidir."
Usta-çırak ilişkisi ifadesi bizde genellikle alaylı diye tabir ettiğimiz oyuncular için kullanılır. Oysa benim görüşüme göre tüm oyuncular için, meslek hayatının her döneminde bu ilişki çok önemli ve değerlidir. Konservatuvardan mezun olup Devlet Tiyatrosunda göreve başladığım zamanı hatırlıyorum; çok değerli hocalardan eğitim almış ve iyi dereceyle mezun olmanın verdiği öz güvenle sahneye çıktığım günler. Ustalarla aynı sahneyi paylaştığım zaman aslında öğrenmem gereken daha pek çok şey olduğunu anlamam uzun sürmedi. Bu yüzden meslek hayatım boyunca gerek seyirci gerekse rol arkadaşlarım olarak ustalarımdan hep bir şeyler kapmak için çabaladım. Şunu da belirtmek isterim ki ben usta tanımını sadece yaş almış oyuncular için düşünmüyorum. Çok yetenekli bir genç oyuncudan da pek çok şey öğrenmek mümkün. İşin sırrı içimizdeki öğrenmeye aç, istekli talebe ruhunu kaybetmeyelim. Usta- çırak ilişkisinde bana göre tehlikeli bir nokta var ki örneklerini çok görüyoruz. Ustanın çok fazla etkisinde kalıp belki bilerek ya da farkında olmadan onun bir kopyası, taklidi olmak… Onlardan yararlanalım ama kendi yolumuzda kendimiz olarak ilerleyelim.
Özlem GÜVELİ
Oyuncu-Yönetmen
"Usta-çırak ilişkisi de sanatın devamlılığını sağlar.”
Usta-çırak ilişkisinin önemi derken birden kafamda 'Usta kim, çırak kim? Usta kaldı mı, öğrenmek isteyen çırak var mı?' soruları belirdi.
Gerçekte 'Sanatın etiği usta-çırak ilişkisinin devamlılığını sağlarken, usta-çırak ilişkisi de sanatın devamlılığını sağlar.'
Bu ilişkide hiç kuşkusuz, aktarılan bir başka önemli unsur da 'sanatın tekniği'dir aslında.
Günümüzde her şeyin değişime uğradığı gibi, kulis adabı, sahne üstü prova sürecindeki iletişim, oyunun ve oyuncunun birbirlerini tamamlaması için, yaratım sürecinin şekli, anlamı, paylaşımı da değişti bence. Geçmişte her türlü gelişim ve değişim sürecinde saygı esastı, öğrenmek önemliydi, ustalar el verir, yol açarlardı.
Sonuçta sahne üstündeki ustalarla paylaşımdan mutlaka bir şeyler öğrenilirdi. Günümüz sanatçılarının en büyük eksikliği herkesin her şeyi bildiğini zannederek, kendini göstermek adına davranış biçimi sergilemesi bence.
Oysa oyun bir bütün, herkes sahne üstünde birbirini tamamlayınca anlatılmak istenen en doğru biçimde aktarılabiliyor seyirciye.
Bireysel olarak, bir kişinin iyi olması önemli değil, oyunun yorumuna hizmet etmez çünkü.
Sanatçı adaylarının ve sanatçıların, kendinden büyüklerle, gerek akranlarıyla olan sahne paylaşımında, tepeden bakan, paylaşmayan içi boş, sadece ben varım, biliyorum tavrı, öğrenmeyi, ilerlemeyi engeller. Çünkü bir oyuncu, oyuncu adayı sahne arkasındaki kulis adabıyla, sahne üstündeki davranış biçimleri ile izlediği provalardaki sabrıyla, bence sürekli kendini eğitir, geliştirir. Bu oynadığı oyuna ve oyunculuğuna yansır ve seyirciye geçer.
Sahne arkası sorunlu, sahne üstünde iletişim ve ilişkilerin kötü olduğu bir oyun hiçbir zaman başarılı olamaz.
Tiyatro, tümüyle bir ekip işidir, bilimsellik, belli bir altyapı ve tüm sanat dallarının takibini gerektirir.
Ustalardan aldığın öğretiyi, ustaların da kendinden genç sanatçılardan aldığı öğretiyi, kendi sanat doğrularıyla, yaratımıyla, ileriye taşımak, özgür ruhlu kendi sanatçı şahsiyetini oluşturmaktır güzel ve doğru olan.
Sadece körü körüne ustalardan öğrenilenlerin aktarımıyla, sanatta devamlılık sağlanamaz.
Bu dönemde eksik olan geçmişteki öğretiyi almadan, bilmeden, sahne üstünde ruhsuz sanatçıların var olmaları, bana biraz kızacaklar ama gitgide kötüye gidiyor bu hal, tabii ki sözüm meclisten dışarı, herkesi kapsamıyor ama çoğunluğu kapsıyor bu söylediklerim.
Geçmişten el alıp geçmişin de gençlerden el alıp herkesin kendi özgür sanatçı ruhuyla sahnede var olması, sanatını icra etmesi gerekir. Ancak böyle olunca yaratım başlar, yapılan işten keyif alınır, herkes kendi oyunculuğunu, sanatçı duruşunu oluşturabilir, sanat da daha ileriye taşınır.
Bir sanatçı her zaman bilgiyle donanmalı, sanatın her dalında söylenecek sözü ve düşüncesi, kuramsal bilgisi olmalıdır.
Ustaların gençlere el verdiği, yol gösterdiği, ustaların da gençlerden gençliğin yaratıcı ruhundan el aldığı, bu iki öğretinin bütünleşip, özgür ruhlu yeni yaratımların ortaya çıktığı nice sanat yapıtlarına selam olsun, diyorum.
Ayşe Erbulak ÖZGÜRDAL
Yazar-Oyuncu-Çevirmen
"Usta dediğin bir konservatuar niteliğinde olmalıdır."
Bunun en güzel örneğini rahmetli Erol Günaydın’ın cenazesinde gene bugün aramızda olmayan Rasim Öztekin’den Ses 1881 Sahnesinde duymuştum. Şöyle demişti;
“Ben konservatuar okumadım ama Erol Günaydın benim konservatuarımdı”
Bu cümle beni çok etkilemiştir.
Ben yaşı büyük diye bir oyuncusunun “Usta” olarak adlandırılmasına karşıyım.
Usta dediğin bilgi ve birikimlerini paylaşmalıdır. Hatta yaşam biçimini de. Hatta hatalarını da doğru aktarmalıdır.
Usta dediğin sahnede Çırak’ın önünü kesmek yerine onu parlatmalıdır.
Çırak’lık bende bitmez çünkü öğrenme bitmez. Bir çırak kendinden yaşça daha küçük birinden de öğrenebilir ya da ustasına bir şeyler de öğretebilir.
Nedim SABAN
Oyuncu-Yönetmen-Tiyatro Kare
"Usta-çırak ilişkisi geleneksel tiyatromuzdan miras kalan bir değer."
Ancak ne yazık ki değeri az bilinenlerden! Sanatın daha çok zanaat (craft) ağırlığını öne çıkararak, mesleğe daha kestirme çözüm yolları kazandırdığı gibi, bir tiyatro insanının sahip olması gereken gözlem yapma ve bunu analitik bir yöntem kullanarak harmanlama gücü katar sanatçıya. Burada bir yanlış anlamayı da düzeltmek gerekir: ustayı taklit etme ya da yolundan gitme olarak algılanmamalı sadece, bazen ustayı usta yapan özelliklerin ayırdına varmayı da güçlendirir. Böylece sanatçı seçimlerini de yaparak, özünü bulmasına yardım eder.
Bizdeki yeni nesil oyunculuk Stanislavski metotlarını özümsemeye çalışırken, aslında bilmeden ve istemeden Uta Hagen, Stella Adler, Lee Strasberg çırağı oluyor. Yani usta-çırak ilişkisi aslında derinden devam ediyor.
Öte yandan, her yaş almış tiyatrocu usta değildir, her kaybın arkasından usta diye ağlanmak da çağın abartılı gösteriş modelidir sadece. Ustalık kisvesiyle kurs açan, eğitim adıyla emeği sömüren ve lafa "biz tiyatronun tuvaletlerini temizleyerek başladık" diyen usta maskelerini de düşürmek önemlidir.
Hakan ALTINER
Oyuncu-Yönetmen
"Yıldız Hoca ‘Ustam’ olmasaydı çok eksik kalırdım"
Öncelikle ilginize çok teşekkür ederim. Yaptığımız bu "güzel meslekte" usta-çırak ilişkisinin en önemli etken olduğu kanısındayım. Konservatuardaki sevgili hocam Yıldız Kenter, daha ilk günden, beni "çıraklığına" layık görmeseydi, bugün bu işi yapamıyor olabilirdim. Ustamın öğrettikleri, bana bu ışıklı yolun kapılarını açtı, korkularımı yendi, tüm sorularımı yanıtladı. Biz 70’lerin İstanbul Belediye Konservatuvar Tiyatro Bölümü öğrencileri, çok şanslıydık. Yıldız Kenter, Çetin İpekkaya, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Seyit Mısırlı, İncili Yar gibi olağanüstü bir öğretmen kadrosundan feyz aldık. Ama mutlulukla ve gururla söylemem gerekirse Yıldız Hoca "Ustam" olmasaydı çok eksik kalırdım.
Uğur KELEŞ
Oyuncu-Yönetmen
"Anadolu topraklarının çok özel bir durumu."
Usta-çırak ilişkisi Anadolu topraklarının çok özel bir durumu. Fakat bugünden baktığımızda ne ustaya usta ne çırağa çırak diyoruz. Çünkü herkes kendi dünyasında, herkes kendi kafasında. 'Aman ben şimdi bir şey söylersem saçma bir cevap alırım. Aman ben bir şey dersem şöyle olur, kabalaşır karşı taraf' korkusu ile usta-çırak ilişkisi kalmamıştır. Usta çırak ilişkisine baktığımızda günümüzdeki ustalar çok sert eleştiriyorlar çırakları.
Şimdiki çırakların, dişleri bozuk diksiyonları bozuk diye sert eleştiriyorlar... onlar da ustalara çok sert çıkıyor. Bir saygı ve ölçü kalmamış. Ben günümüzde çok görmüyorum ama mutlaka saygılı çıraklar ve de mutlaka değerli ustalarımız da var. Eskiden, gerçekten ustalardan çok şey öğrendik. Okul mezunuyuz ancak ustaların bize öğrettiği çok şey var. Okulda hocalarımız bize teorik bilgileri çok iyi öğrettiler. Bilimsel açıdan ve dramaturjik açıdan değerli bilgiler aldık. Ama oyunculuk, profesyonelliğe adım atmak, sahnede ve kuliste durmak ve arkadaşınla sohbet etmeyi, her şeyi onlardan öğrendik. Ustalar da kendi aralarında elbette kırgınlıklar yaşadı fakat birbirlerine karşı saygılıydılar, bize bunları öğrettiler. Bu topraklarda zanaatkarlar arasında usta-çırak ilişkisi de önemlidir. Özetle, öğrenecek çok şeyimiz var büyüklerden. Ben usta-çırak ilişkisi ile büyüdüm. En son ustam da rahmetli Can Gürzap ve uzun ömürler versin Zafer Algöz'dür
Kaan ERKAM
Yazar- Oda Tiyatrosu
"Gerçek tiyatro ustadan alınan derslerle olur."
Yıllar önce ustalarımızdan Misak Toros’a ‘neden konservatuvarda eğitim vermiyorsun’ diye sormuştum. O da ‘Konservatuvar konservatif bir şeydir. Konser versinler. Oyunculuk yetenek işidir’ dedi.
Ona hak veriyorum. Şimdilerde onlarca tiyatro bölümü olan konservatuvar var. Giren herkesi alıyorlar. Burslu, yarı burslu, çeyrek bursu. S harfini söyleyemeyen hafif peltek ya da hiç yeteneği olmayan herkesi topluyorlar ve her yıl sonunda yüzlerce adı tiyatrocu olan ama oyunculukla alakası olmayan tipler saçılıyor ortaya. O kadar çok tiyatro olmadığı için kendileri tiyatro kurarak kirlilik yaratıp bir süre sonra batıp, barista ya da call center görevlisi oluyorlar.
Oyunculuk doktorluk gibi mimarlık gibi değildir. Üniversitesi vakit kaybıdır. Mesela bizde oyunda oynayıp ödül alan bir kızcağız hala 2.sınıfta. Yahu konservatuvarı neden okuyor. Bir tiyatroya girmek için. İşte tiyatrodasın. DT ve ŞT ye girmek ise büyük hayal.
Gerçek tiyatro ustadan alınan derslerle olur. Ama kime anlatacağız ki?
Pınar ÇEKİRGE
Yazar
"Belki de değişmeyen tek şey iyi bir ustanın çırağı olmaktır..."
Usta-çırak ilişkisini şöyle izah etmeye çalışayım: Sadece tiyatroda, sinemada değil, her meslekte bu tür bir münasebetin olması gerektiğine inanıyorum. Kişi, tam olarak bir 'role model' olarak almasa da başarısını, mesleki özelliklerini benimsediği bir başka insanı kendine usta olarak seçebilir ve ondan işin püf noktasını, detaylarını öğrenmeye çalışır. Feyz alır. Tabii burada önemli olan, taklide yeltenmemektir. Kendi olmayı tümüyle bir yana itip, ustasının bir tür imitation'una, adeta uydusuna dönüşmek gerçek bir tuzaktır. Kişi özgünlüğünü, yaratıcı gücünü tümüyle kaybeder. Kötü bir kopya olmaktan öteye geçemez. Kendi biçemini bulamaz.
Yıllardır, tiyatro insanlarıyla yaptığım röportajlardan edindiğim bir izlenimim de ‘geleneksel usta-çırak ilişkisinin son derece önemli’ olduğu ve doğru şekilde sürdürülürse çırağı da hatta ustayı da beslediği, geliştirdiği yönündedir.
Şirin Devrim bir oyunu ham yemişe benzetirmiş:
"... ağaçta yavaş yavaş pişer, olgunlaşır."
Pişme ve olgunlaşma süreçlerinde sesimizin yanında bir ustanın sesini duymak güzeldir bana göre. Cesaret güç verir.
Altı yıl önce, Gülriz Sururi ile yaptığımız röportajda usta çırak ilişkisini sormuştum kendisine. İşte yanıtı:
"İster alaylı ister mektepli olsun, değişmeyen tek şey iyi bir ustanın çırağı olmaktır."
Şimdi düşünüyorum da acaba ustalardan gerektiği kadar yararlanabiliyor muyuz? Yoksa onları demode, bayat, eskimiş sayıp garip ve acınası bir saygısızlık, özgüvenle 'sadece ben varım' deyip kıran kırana bir yüzeyselleştirme, manipülasyon, değersizleştirme mücadelesine mi kalkışıyoruz? Aslolan bu soruların yanıtı bana göre.
(1) AkternT." Mahir Canova" T.C. Kültür BakanlığımYay., 1994