SERKAN AYDIN VE PINAR ÇEKİRGE SORDU, TİYATRO OYUNCUSU UĞUR KELEŞ CEVAPLADI - RÖPORTAJ
Yeni mesleği 'profesyonel koca'lıktı Refik Mayısoğlu'nun. Sadece balayını yaşıyordu, gerisi kesikti... sayısını bile bilmiyordu yaptığı evliliklerin.
Tilkiden kurnazdı, anlayacağınız. Piyazcılığı, kıyakçılığı iyi öğrenmişti bu arada. Ne diyordu sık sık: "Petka ister bütün bunlar..." Haklıydı, öyle değil mi?
Hani, bazen yaşadıklarımız gerçek olamayacak denli inanılmaz, rüya olamayacak kadar gerçektir. Kendimizi, yarım bırakılmış bir yap bozun kaybolmuş bir parçası gibi hissederiz durup dururken…
Hatırlıyorum, bir davette Serkan Aydın ile ayaküstü konuşurken, nasıl oldu bilmiyorum, ikimiz de aynı anda başımızı çevirdik... Aa! Evet, o idi; Refik. Şu, nice çehre züğürdüne "Eyy güzeller sultanı" diyen Refik Mayısoğlu.
İkimiz de vurgun yemiş süngerciydik o an karşısında. Tıpkı bir gölge gibi usulca yaklaştı. Sakın bizi de satmaya kalkmasın? Yapar mı yapar! Refik Mayısoğlu'nun elinden ne uçan ne kaçan kurtulurmuş.
İlahi Oktay Arayıcı! Ne vardı bu adamı başımıza saracak? Ahhh, ne diyeyim ki?
Picasso'nın Guernica'sına benzer zamanları da oldu, taşkın sevinçleri, mutlulukları, heyecanları, elemleri, hayat ve hayal kırıklıkları da... Kendisini bir anda başka bir doruğa çıkaran "Arka Sokaklar" adlı televizyon dizisinde yaşar kıldığı Derman Korkmaz karakteri mesela… Costas Ferris'in yönettiği “Rembetico” da Juan, "Rumuz Goncagül" de Muhabbet Tellalı Refik Mayısoğlu... Yıllar önce "Asiye Nasıl Kurtulur?" da Zengin Müşteri, "Barış" oyununda Rahip?
Hatırlıyorum, geçen sezon "Rumuz Goncagül"ü izledikten hemen sonra, not defterime:
"Uğur Keleş çok değişik bir duyarlık, oyunculuk gücüyle meydana getirmiş yorumunu. Yarına kalacak bir ses ve yankı olmuş..." diye yazmıştım.
Rol aldığı "Barış", "Leblebici Horhor", "Salaklar Sofrası", "Midas'ın Kulakları", "Deli Dumrul", "Paf ile Pof", "Canavar Sofrası", "Kuvayi Milliye" olmak üzere pek çok oyunda başarısıyla dikkatleri çekmişti.
"Düğün Ya Da Davul", "Küçülecek Yer Kalmadı", "Bayram Yeri", "Ziyaretçi", "Pembe Kadın"ı yönetmen olarak sahneye taşımıştı.
"Öğrencilik dönemimde 'Barış' adlı oyunda, seneler sonra da Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda 'Deli Dumrul'da Yücel Erten ile çalışmıştım."
Rejisör, oyuncu, idareci, hoca olarak hem tiyatro insanı hem izleyici yetiştirdi ve bütün bu yıllar boyunca nice ağır sorumluluklar altındayken bile iyi adam, iyi kalpli insan olmaktan, ilkelerinden, doğrularından asla ödün vermedi. Yan yollara sapmadı. Sahi, bir de 'doğru nefes alan insanlara katlanamayanlardan uzak durmaya çalıştı hep.
Kalbini yakasına takıp dolaştı her defasında. Paçavralarını, söküklerini, yamalarını gizlemedi. Övgü peşinde koşmadı, hiçbir surette ödül avcılığına yeltenmedi. Çünkü "Sanatçı" kavramı, Uğur Keleş için, topluma dokunan, gerektiğinde yaşama bir kaleydoskopun içinden bakabilen, içindeki müziği koruyan, yerine göre aykırı, muhalif duruşu olan, tekdüzeliğe, kısıtlamalara meydan okuyan, yaratan kişiydi.
"Mesleğimi yapıyorum, bunu ille birilerinin taltif etmesi gerekmiyor. Hep söylerim, aslolan seyircinin beğenisi, değerlendirmesidir sadece. Oyun sonrası iki yaşlı hanımın, 'Bizi de sat oğlum', şakasıyla beni kutlamaları önemliydi mesela.
Geçen gün Çengelköy'de sahilde oturuyordum. Bir bey yanıma gelip 'Matild Manukyan sizi görse kesinlikle tanışmak isterdi. Haklı da. Koskoca İstanbul iki namlı pezevenk gördü biri Zurnik idi, diğeri de Refik Mayısoğlu' demesin mi? İnanın çok mutlu oldum o an, heyecanlandım. Demek ki sahnede, o denli inandırıcı, sahici olmuş, böylesi bir etkiyi var kılabilmişim."
Bu röportajda da kronolojiye isyan edip, konudan konuya atlayacak ve her zaman olduğu gibi, salkım saçak bir söyleşiye daha imza atacağım.
Pınar Çekirge:
Sanatla hayatın gerçeğini birbiri içinde eritmeyi amaç edinmiş biri olarak, bazı isimlerin tiyatroyu tramplen gibi görmesine ne diyorsunuz?
Uğur Keleş:
Sanat kesinlikle ve kesinlikle çıkara tahvil edilmemeli, diyorum.
Serkan Aydın:
Oyuncu olmaya karar verişinizi sormak istiyorum.
Uğur Keleş:
Okul müsamereleri filan diyeceğim ama... şimdi düşünüyorum da son derece nüktedan bir aile ortamında büyüdüm ben. Annem Halide Pişkin tarzı bir kadındı; eğlenceli, sözünü söyleyen, taklit yeteneği güçlü olan biriydi.
Pınar Çekirge:
Aileniz, aktör olmak istiyorum, dediğinizde nasıl tepki verdi?
Uğur Keleş:
Karşı çıktılar ama ben de karşı çıkanlara karşı çıkmayı bildim. Gel, PTT'de, sigortalı bir işe gir, sersefil olma, dediler elbette. Aç kalmayı, yokluğu göze aldım. Kararımdan vazgeçmedim ve hemen belirteyim, asla entelektüel yozlaşmaya girmedim.
Pınar Çekirge:
Nasıl?
Uğur Keleş:
Çevremizde hep tanık oluruz, insanlar mesleklerinden yakınıyorlar sürekli. Yaptıkları işe inanmıyorlar çünkü. Değersiz göstermeye çalışıyorlar. Madem haz almıyorsun, bırak efendim. Başka iş mi yok! Bakın, sesimi, diksiyonumu beğenmeyenler oldu geçmişte. Yani, geçtiğim yollar çiçeklerle süslü, taşsız, çöpsüz değildi. Çalıştım, didindim. Geriye bakmadım. Yarama bez sarıp yürümesini bildim.
Serkan Aydın:
Usta çırak ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?
Pınar Çekirge:
Gülsen Tuncer'in bir cümlesi geldi şimdi aklıma: 'Tiyatrocu gençlerin içinde çok yeteneklileri var ama eğer bir, usta çırak ilişkisinden geçmezlerse yaprak döken dallar gibi çıplak kalırlar...' Sahi, ustam dediğiniz isimler kimlerdi?
Uğur Keleş:
Mesela, DTCF'de hocam olmuş Ayşegül Yüksel, Sevda Şener, Nurhan Karadağ, Sertel Çetinel, Ergin Orbey, Sevinç Sokullu, Turgut Özakman, Yücel Erten, Tahsin Konur, Aktan Erkekli, İpek Çalışkur, Nurşim Demir var. Usta çırak ilişkisi deneyimin, birikimin aktarımıdır. Ustalarla büyüdüm, diyebilirim.
Pınar Çekirge:
Ankara'da henüz Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'ne girmeden, adeta her biri başlı başına bir konservatuar niteliğindeki isimlerin karşısında oynama fırsatınız da olmuş.
Uğur Keleş:
Figüran dönemimde çok önemli oyunlarda rol aldım ben. Dediğiniz gibi, Ali Hürol, Erol Kardeseci, Hepşen Akar, Çetin Tekindor, Bozkurt Kuruç ile çalıştım. 'Kuvayi Milliye', 'Düğün Ya Da Davul', 'Paf ile Pof' geldi şimdi aklıma. Fakültede okurken de bazı oyunlarda rol almaya devam ettim.
Pınar Çekirge:
Haydi bir zaman sıçraması yapalım. Ünlü yönetmen Costas Ferris, 'Rembetico'da, Marika'nın yirmi dört yaşındaki sevgilisi ‘Juan’ rolü için sizi seçiyor...
Uğur Keleş:
Üstelik 45 yaşındaydım o zaman. Ferris ile güzel bir çalışma yapmıştık, benimle çalışmaktan mutluluk duyduğunu, söylemişti.
Serkan Aydın:
Bir de ödül geldi değil mi?
Uğur Keleş:
Ah, evet. En iyi yardımcı erkek oyuncu olarak değerlendirilmiştim.
Pınar Çekirge:
Hayattaki mucizeniz ne oldu?
Uğur Keleş:
Benim. Kendimi inşa ettim çünkü. İstediğim, hayal ettiğim hemen her şeyi gerçekleştirdim. Karşıma düzgün insanlar çıktı kuşkusuz fakat bütün bu seneler içinde kendimi sevdim, saygı duydum, keyifli biri oldum. Çalıştım, ürettim.
Serkan Aydın:
Bir aktör olarak Uğur Keleş'i kısaca nasıl tanımlarsınız?
Uğur Keleş:
Bir kere, asla en iyiyim, demem. Diyemem. Alanında en iyi tıp doktoru olabilir ama bizim meslekte iyinin her zaman daha iyisi, çok çok daha iyisi mevcuttur. Detayları gören, inceleyen biriyimdir mesela. Sezgilerime inanırım. Ego savaşlarına girmem. Dahası kulis adabına, kulis saygısına çok önem veririm. İçtenliğime inanın, en kötü oyun bile, eğer kuliste uyum varsa, iyi çıkar. Tiyatro, hayattır bana göre. Sahnede olup biten her şey gerçektir, gerçeğin yansısıdır. Demin tıp hekimini örnek vermiştim. Tarih boyunca sanat ve tıp altın değerinde iki meslek olarak kalmıştır çünkü zekâ, ruh, bilgi, insanlık gerektirir.
Pınar Çekirge:
Yönetmen nasıl olmalıdır?
Uğur Keleş:
Tiyatroda yönetmen uçsuz bucaksız düşleri olan, uçan, gerektiğinde ağzıyla kuş tutan, hayata, sanata çok mercekli bakan, bakabilen kişidir. Asla, replace mantığıyla yola çıkmaz. Yönetmen, özgün olmak zorundadır. Orada burada görüp, izlediklerini kendi düşüymüş gibi sahneye taşımaz.
Serkan Aydın:
Hayatınızda, dönüm noktası dediğiniz insanlar oldu mu?
Pınar Çekirge:
Özellikle sahnede sizi farklı bir yere taşıyan...
Uğur Keleş:
Can Gürzap ve Zafer Alagöz derim.
Pınar Çekirge:
Ben de açıklama isterim...
Uğur Keleş:
Bir zamanlar radyo tiyatroları, arkası yarınlarda izlediğim, seslerine hayran kaldığım isimler arasında Arsen Göze Gürzap ve Can Gürzap vardı. Hayal ederdim günün birinde Can Gürzap ile aynı oyunda rol almayı... Dedim ya, her istediğime önünde sonunda eriştim. Can Gürzap'ın yönettiği 'Hanımefendinin Ziyareti' adlı piyeste kendisiyle oynadım, kuliste aynı odayı paylaşmanın onurunu yaşadım. Dahası, sahip oldukları Diyalog adlı kurumda hoca olarak görev yaptım.
Serkan Aydın:
Peki ya, Zafer Algöz …
Uğur Keleş:
'Rumuz Goncagül'de beraber çalıştık. Mükemmel bir insan. İtiraf edeyim, oyun ve cast açıklandığında, yönetmen Zafer Algöz ile çalışacağımız için çok mutlu oldum. Ancak oyundan yana tereddütlerim vardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, pek mutlu değildim. Zafer Algöz provarda beni serbest bıraktı. Bir dalda yüz kırk bir takla atan Refik'i en doğru biçimde bulmama imkân tanıdı. Açık biçemde harika bir rejiye imza attı bana göre.
Serkan Aydın:
Hayalinizde olan, bir gün mutlaka dediğiniz rol?
Pınar Çekirge:
Uşak Firs mi acaba?
Uğur Keleş:
Caligula...
Pınar Çekirge:
Oyunculuk?
Uğur Keleş:
Oyuncu topluma dokunmayı bilecek. Daha önce belirttiğim gibi, iyi insan olacak. Bilir misiniz, bir oyuncunun daha ilk repliği bedenine, dünyasına ya uyar ya uymaz. Eğer yaşar kılacağı karakteri içselleştirememişse, izleyici bunu hemen ayrımsar. Bana göre oyunculuk, çok pencereli bir evdir. İçeriye de açılabilir bu pencereler, dışarıya da. Önemli olan oyuncunun iyi görebileceği yeri bulması, manzarayı geniş bir perspektif dahilinde izlemesi, klişe değil karakter yaratmasıdır. Küçük bir rolde, örneğin sahnede bayrak tutan oyuncu, o bayrağı öyle bir kavrar, o sözsüz role öyle şeyler katabilir ki...seziş, duyuş, izlenimler, inanın yetenek ve eğitim kadar önemlidir bu meslekte.
Serkan Aydın:
Sahne...
Uğur Keleş:
Tiyatro binası, sahnesi, kulisi, salonu, fuayesi, sofitası, gişesiyle kutsal bir mabet gibidir. Gökkuşağının bütün renkleri, hayatın, duyguların her yüzü orada hayat bulur... düşünün, gonk çalar, ışıklar usulca söner...karanlık olur. Perde usulca açılır...o koku, o rüzgâr...yorgun duyguların eşsiz baharıdır tiyatro. Katharsis yaşarız orada...bir yürek bin yürekle kaynaşır.
Pınar Çekirge:
Buğulu bir pencere camına ne yazardınız?
Uğur Keleş:
Kalp çizer tam ortasından bir ok geçirirdim.
Pınar Çekirge:
Yoksa o okla vurulmuş kalp Fahriye Abla için mi? Hani şu teni buğdaysı, boyu bir başak kadar olan, açık saçık şarkılar söyleyen, şirin komşu Fahriye Abla'ya olmasın sakın?
Uğur Keleş:
Yok, canım çocukluk aşkım Hamiyet Abla için...
Çengelköy sahilinde oturmuş Uğur Keleş ile konuşuyorduk. Serkan'ın soracak soruları vardı sanırım.
Bazı yorumlar, en zor, en tuzaklı rollerde bile olabildiğince yalın, seyirciyi sarıp sarmalayan, doğal, denetimli, etkili, üst düzeyde, nüanslı, varsıl oyunculuklar vardır, izlediğiniz sürece onunla yaşarsınız adeta. Perde iner, biter... Uğur Keleş gibi safkan oyuncular vardır kalbinizin, beyninizin bir yerinde sizinle birlikte yaşayıp dururlar. Onlardan kopamaz, ayrılamazsınız.
Gökyüzüne bir göz attım. Nasıl desem rutubetli bir yalnızlık hissettim bir an. Belki yağmur yağacaktı. Zaman mı? Evvelsi akşamdı.
SERKAN AYDIN - PINAR ÇEKİRGE / UĞUR KELEŞ RÖPORTAJI