"Sanat, buğunun ardındaki gerçeği görme, sözünü söyleme cesaretidir." PINAR ÇEKİRGE'NİN MUTLU İGDİ İLE RÖPORTAJI

  • 17.Nov.2024

"Sanat, buğunun ardındaki gerçeği görme, sözünü söyleme cesaretidir." PINAR ÇEKİRGE'NİN MUTLU İGDİ İLE RÖPORTAJI

Bu defa konuğum, M.İ Entertaiment Tiyatrosu'nun Sahibi ve Genel Sanat Yönetmeni Mutlu İgdi.

 

Kendini, hiçbir zaman o herkesin herkesle, hem en yakın dost hem en acımasız rakip olduğu, giderek öz yıkıma dönüşen 'ufunetli ihtiras'ların tavan yaptığı dünyanın içinde hissetmemişti.

 

"Şimdi dönüp geriye baktığımda, görüyorum ki; umutsuzluğa, hayal ve hayat kırıklıklarına yenilmemişim. Ben hep umuttan yana oldum zaten. Tiyatronun yarını çok daha aydınlık olacak. O 'altın seyirci' yeniden salonları dolduracak, bunu biliyorum..."

 

"Sanat, hiç korkmadan, çekinmeden, sınır tanımadan buğunun ardındaki gerçeği görme, sözünü söyleme cesaretidir, bana göre."

 

Çığırtkanlığın, pazarlamacılığın, otosansürün, ille de reyting ve takipçi adedinin önemsendiği bir düzende, genel geçer olanın, Yapımcı Mutlu İgdi'den beklenenin değil de hayallerinin, ilkelerinin peşindeydi sadece.

 

Röportaj süresince bazen benden ziyade, kendisiyle konuşur gibiydi Mutlu İgdi. Bir iç konuşma yapıyordu sanki. Söylenecek sözleri birikmişti, farkındaydım.

 

Tiyatro kalbinin atışındaydı, şakağında seyiren damarda, bedeninin her zerresindeydi.

 

Yapımcı, Genel Sanat Yönetmeni Mutlu İgdi'nin tiyatroyla tanışması ne zaman oldu, hangi yaşta, hangi oyunla?

 

Tiyatro ile ilk tanışmam, Ankara Küçük Tiyatro'da izlediğim Küçük Prens ile olmuştu. Gerçek anlamda tiyatro tutkum, on iki yaşındayken izlediğim, Güngör Dilmen'in yazdığı Kurban ve hemen sonrasında izlediğim Federico García Lorca'nın Yerma adlı oyunlarıyla alevlendi... içimdeki tiyatro sevgisini ve tutkusunu bu oyunlar körükledi, diyebilirim.

 

Kelepçe Kullanma Kılavuzu, Roma'da Cinayet ve önümüzdeki ay izleyici ile buluşacak olan Ziyaretçi… Yapımcı ve Genel Sanat Yönetmeni olarak, eser, oyuncu, yönetmen, teknik yaratıcı kadroyu nasıl seçiyorsunuz?

 

Eser ve ekip seçimi benim için çok önemli, bu konuda titiz davrandığımı, taviz vermediğimi, söylemeliyim. Öncelikle, sahneleyeceğim eseri belirliyorum; bu tekst, teması ve içeriği açısından beni mutlaka heyecanlandırmalı. Sonra, bu eseri en iyi yorumlayacak yönetmeni seçiyorum. Yönetmenin geçmiş işleri ve sanatsal yaklaşımı benim için her zaman önemli bir göstergedir.

Oyuncu seçiminde ise açık seçmeler yaparak karakterlere uygun ve yetenekli oyuncular arıyorum. Ayrıca, ekip içinde uyum sağlamaları da olmazsa olmazım. Teknik ekipte, sahne tasarımcıları, kostüm ve ışık tasarımcıları gibi yaratıcı isimleri, projeye uygunluklarına ve önceki çalışmalarına göre belirliyorum. Sonuçta, ekip içindeki iletişim ve iş birliği, projenin başarısı için çok önemli. Herkesin aynı ya da ortak bir vizyona sahip olması gerekiyor. Bir detayı belirtmem lazım, Ziyaretçi'nin oyuncu castını Hüseyin Avni Danyal, teknik ekip ve yönetmen seçimlerini ise ben belirledim.

 

Yönetmene, oyuncuya müdahaleniz oluyor mu?

 

Yönetmene herhangi bir müdahalem olmuyor, çünkü tiyatroda, uyulması gereken bir hiyerarşik düzen mevcuttur. Almancada şöyle bir tanım vardır: “Tiyatroda demokrasi olmaz.” Bu bağlamda, yönetmen sahnenin 'mutlak patronu'dur ve onun vizyonu doğrultusunda ilerlemek eserin bütünlüğü için en doğru olandır. Benim rolüm, yönetmenin yaratmak istediği atmosferi desteklemek ve gerektiğinde naçizane fikirlerimi sunmaktır. Ancak bu önerilerim, yönetmenin bakış açısıyla çelişmemeli; sonuçta, yaratıcı sürecin lideri sadece rejisördür. Bu iş birliği bana göre, sanatsal sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için belirgin bir öneme sahiptir.

 

Genel Sanat Yönetmeni olarak sanat politikanızı sorsam...

 

Sanat politikamı, ‘nitelikli sanatsal eserlerin yanı sıra derin entelektüel birikimler barındıran oyunlar oluşturmak' üzerine inşa ediyorum, diyebilirim. Bu bağlamda, çağdaş dünya görüşünden beslenen, yenilikçi bir yaklaşım sergilerken, aynı zamanda geleneksel değerleri de göz ardı etmemek gerektiğine inanıyorum.

Sanat, yalnızca bir ifade biçimi değil aynı zamanda toplumsal bir ayna görevini de üstlenmektedir çünkü. Bu nedenle, sahneleyeceğimiz her eser; hem izleyiciyle duygusal bir bağ kurmalı hem de onları düşünmeye, yüzleşmeye, sorgulamaya teşvik etmelidir. İleriye dönük bakış açım; sanatı hem geçmişin derinliklerinden beslenen hem de geleceği şekillendiren bir araç olarak kullanmaktır.

Özellikle çağdaş meseleleri ele alan eserlerin yanı sıra, klasik metinleri modern yorumlarla yeniden canlandırmak da hedeflerim arasında yer alıyor. Böylece, izleyicilere hem tanıdık hem de taze bir deneyim sunarak, sanatın dönüştürücü gücünü daha geniş kitlelere ulaştırmayı amaçlıyorum.

Sonuç olarak sanat politikam; entelektüel derinliği olan, yenilikçi ve aynı zamanda geleneklere saygı duyan bir yaklaşım ile zenginleştirilmiş, toplumsal ve kültürel bağlamda anlamlı bir etki yaratmayı hedefliyor. Bu vizyonla, izleyicilerimizi daha geniş bir perspektifle kucaklamayı, onları düşündürmeyi ve duygusal bir yolculuğa çıkarmayı arzuluyorum.

 

Çok oyun izlemiş, unutulmaz oyuncuları sahnede defalarca izlemiş birisiniz. Tiyatroda dün ve bugün arasında büyüyen bir fay hattı var, desem, ne dersiniz?

 

Tiyatro benim için her zaman vazgeçilmez bir tutku oldu, sahnede unutulmaz oyuncuları izlemek, onların büyülü dünyasına tanık olmak, hayatımın en değerli anılarından biri oldu, diyebilirim. Dün ve bugün arasında büyüyen bir fay hattı olduğuna katılabilirim ancak bu fay hattı, geçmişin derinliklerinden gelen sağlam temellerle bugünün yenilikçi ve cesur yorumları arasında bir köprü kurabilecek potansiyele sahip, diye düşünüyorum. Gelenek ile yeniliğin bir araya gelmesi, tiyatroyu her daim diri ve etkileyici kılan unsurlardan biridir, bana göre. Yine de aslolan, her iki dönemi de ruhlarını ve değerlerini kaybetmeden, yok etmeden, yadsımadan sahnenin ışığında buluşturabilmektir.

 

Tiyatronun altın yılları, en önemlisi de o saygılı altın izleyicileri geri dönecek mi?

 

Tiyatromuzun tarihinde öyle dönemler vardı ki, sahnede sergilenen her oyun birer sanat eseriydi ve izleyiciler de bu sanatın en büyük destekçisiydi. Salonlar yalnızca bir kültürel etkinliğe değil, aynı zamanda büyük bir disiplin ve saygının hâkim olduğu bir atmosfere de ev sahipliği yapardı. Bizler oyunlara giderken sadece sanat izlemeye değil, o büyülü dünyanın bir parçası olmaya da hazırdık. En güzel kıyafetlerimizi giyer, adeta zamanı durdururcasına tüm dikkatimizi sahneye verirdik.

 

Sizi o kadar iyi anlıyorum ki...

 

Bugüne baktığımızda, tiyatroda bir çeşit oyun üretim enflasyonu yaşandığını görüyoruz. Bu, tiyatromuz adına sevindirici bir gelişme... sanat üretiminin çeşitlenmesi elbette umut verici ancak üretilen her oyunun aynı nitelik ve derinlikte olup olmadığı sorusunun cevabını vermek, biz izleyicilere düşüyor. Seyirci, seçici olduğu sürece tiyatro yeniden altın çağlarını yaşayabilir. O yıllar geri gelebilir, hiç kuşkusuz. Ne var ki, saygılı ve düzeyli izleyici profilini korumakta ciddi zorluklarla karşı karşıyayız. Sosyal medyanın hakimiyetiyle birlikte, o eski özenli tutumu maalesef yitirdik. Bugün tiyatro salonlarında telefonların çaldığını, flaşların patladığını, hatta oyuncunun performansı sırasında, salonda telefon konuşmalarının yapıldığını görmek artık şaşırtıcı değil. Bu, sahnedeki emeğe ve sanata karşı büyük bir saygısızlık elbette.

Geçmişte bizler, yalnızca tiyatroya değil, tiyatronun ruhuna ve o ruha ortak olan herkese saygı gösterirdik. Kendi adıma, o dönemi çok özlüyorum. Ancak inanıyorum ki, bu saygı kültürünü yeniden canlandırmak mümkün.

 

Nasıl?

 

Tiyatro, geçmişin derinliklerinden aldığı güçle bugünün dinamizmini buluşturabilen bir sanat dalıdır. Eğer biz izleyiciler bu sanata hak ettiği değeri verirsek, o özlenen günler geri dönebilir. Tiyatroyu yaşatmak, onu sadece sahnede değil, izleyicinin kalbinde de inşa etmekle mümkündür. Belki de asıl mesele, o altın izleyicinin varlığını yeniden hatırlamak ve onlara yönelik nicelik, nitelik, kalite açısından üst düzey eserlere imza atmaktır.

 

Tiyatronun geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Uzun yıllardır Almanya’da yaşamama rağmen, Türk Tiyatrosu’nu yakından takip etmeye çalışıyorum. Bugün tiyatromuz, üretim açısından oldukça zengin bir dönemden geçiyor; birçok yeni oyun ve yaratıcı yorum sahneleniyor ancak nicelikteki bu artışı nitelik ile dengelemek her zamankinden daha önemli. Tiyatronun özü olan disiplin, saygı ve estetik değerlerin korunması hem sahneleyenlerin hem de izleyicilerin ortak sorumluluğu altındadır, diyebilirim. Tiyatro, toplumun aynasıdır; Türk Tiyatrosu’nun, hiç kuşkusuz, bu aynayı her zamankinden daha berrak tutacak bir seviyeye ulaşacağına inanıyorum.

 

Tiyatroya verdiğiniz değerle o kadar önemli bir örneksiniz ki...

 

Bu güzel sözlerinize, gerçekten çok teşekkür ederim. Tiyatro benim için, sadece bir sanat dalı değil, aynı zamanda hayatı anlamlandırma biçimi de. Sahnenin büyüsü, detaylardaki özen ve hikâyelerin derinliği beni her zaman etkilemiştir. Belki de bu tutku, tiyatronun bana sunduğu sonsuz öğrenme fırsatından kaynaklanıyor. Ödenekli ya da bağımsız fark etmeksizin, tiyatronun niteliğini ve emeğini her zaman öncelikli görüyorum. Aslında yaptığım şey çok basit; sahneyi ve bu emeği her zaman büyük bir saygıyla izlemek. Eğer bu özeni yansıtabiliyorsam, tiyatroya olan sevgimden ve ondan öğrendiklerimden kaynaklanıyor; o halde ‘yaşasın tiyatro’ diyelim mi?

 

Yapımcı Mutlu İgdi, Genel Sanat Yönetmeni Mutlu İgdi ile hep dost mu, yoksa arada fikir anlaşmazlıkları oluyor mu?

 

Mutlu İgdi, hem yapımcı hem de genel sanat yönetmeni olarak farklı şapkalar takıyor. Elbette bu süreçte fikir ayrılıkları yaşanabiliyor ama bunlar her zaman daha iyi bir sonuca ulaşmak için yapıcı tartışmalar şeklinde gerçekleşiyor. Dostluk ve özen bu yaratıcı sürecin temelinde yer alan asıl detaylar, bana göre.

 

Mutlu İgdi için, aslında cevabını biliyorum ama, tiyatro tam olarak ne ifade ediyor?

 

Hiç kuşkusuz, bir hayat biçimi. İnsana ve topluma tutulan, hayatı anlamlandıran bir ayna...

 

Sahnede 'doz, uyum, kalite, nitelik'ten ödün vermeyen, Yapımcı Mutlu İgdi ve Genel Sanat Yönetmeni Mutlu İgdi'yi böylesi zor iki ayrı kimliği aynı bedende yaşamak yorucu mu?

 

Elbette yorucu anlar oluyor ama bu iki kimlik aslında birbirini tamamlıyor. Her zorluk, ortaya çıkan işin niteliğiyle anlam kazanıyor. Önemli olan, sahneye olan tutkuyu ve emeği her zaman ön planda tutmaya özen göstermek sanırım.

 

Mutlu Bey, bildiğim kadarıyla 16 Aralık akşamı, Eric-Emmanuel Schmitt’in yazdığı, Serap Babür’ün dilimize çevirdiği, Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği, Irmak Bahçeci’nin dramaturgluğunu, Tiyatro Seyirlik, Mi Entertainment’ın yapımcılığını üstlendiği “Ziyaretçi” izleyicisiyle buluşacak. Bu proje nasıl doğdu, nasıl gelişti?

 

Hüseyin Avni Danyal ile Kelepçe Kullanma Kılavuzu ile başlayan yolculuğumuz, bizi yeni bir oyun ve yeni bir metin arayışına sürükledi. Bu süreçte birlikte onlarca oyun okuduk, sayısız metni tartıştık. Hüseyin ağabeyin eşsiz seçiciliği ve derin oyunculuk vizyonu sayesinde bu hiç de kolay bir süreç olmadı, çünkü o her zaman en iyisini, en doğru olanı arayan bir aktör. Ta ki, bir gün bana bu oyunu gönderip, ‘Oku bakalım, ne diyeceksin?’ dediği ana kadar. İkimiz de aynı hissi yaşadık; İşte bu! Aradığımız oyunu bulmuştuk.

Yönetmenimiz Berfin Zenderlioğlu’nun tiyatro diline olan hakimiyeti, anlatım gücü ve detaylara gösterdiği titizlik, bu projeyi onunla hayata geçirme kararımızda belirleyici oldu aslında. Kendisinin sahneye kattığı derinlik ve sanatsal yaklaşım, bu oyunun ruhunu ve anlatımını güçlendiren en önemli unsurlardan biri. Bu proje, birlikte üreten ve aynı tutkuyu paylaşan bir ekibin yaşadığı ortak heyecanının bir sonucu olarak ortaya çıktı, diyebilirim.

 

Buğulu bir pencere camına ne yazardınız?

 

'Sanat, hiç korkmadan, çekinmeden, sınır tanımadan buğunun ardındaki gerçeği görme, sözünü söyleme cesaretidir.’

 

Son olarak ne söylemek istersiniz?

 

Kendimi ifade edebilme ve anlatabilme fırsatını verdiğiniz için size ve Düş Art Dergisi'ne gönülden teşekkür ederim.

 

 

PINAR ÇEKİRGE